Simbiyoz Ortak Yaşam

SİMBİYOZ:

CANLILAR DÜNYASINDA VAZGEÇİLMEZ İŞBİRLİĞİ

Bugün doğada 8,7 milyon civarında canlı türü tespit edildi. Her geçen gün keşfedilen yeni türlerle bu sayı artıyor. Her canlı türünün farklı beslenme şekilleri, iletişimleri, farklı savunmaları ve üreme çeşitleri var. Hepsi kendi türleri içinde kapsamlı bir biyolojik ve sosyal yaşam sürüyor. Acaba sadece kendi türleri içinde mi?

BİZ VE BAKTERİLERİMİZ

Vücudumuzda şu anda kendi hücrelerimizden çok daha fazla sayıda bakteri yaşıyor.  Vücudumuzdaki bakteri varlığı doğduğumuz anda başlar. Daha doğum sırasında bakterileri bünyemize alırız. Sonra annelerimizin cildinden, sütünden gelen birçok bakteri daha bebekken bizi kuşatır. Ve tüm hayatımız boyunca da bakterilerin yüzlerce çeşidiyle birlikte yaşamımızı sürdürürüz. Bilim adamları uzun süre, vücudumuzda bu kadar bakteri olmasına rağmen, bunların ne zararı ne faydası olduğunu düşünüyorlardı. Ancak son 10-15 yıldır araştırmacıların bakış açıları farklı. Bu bakteriler, gerçekten bize çok faydalı. Bakteriler içinse? Evet biz de onlar için çok iyi birer ev sahibiyiz...

Bir insan vücudunda trilyonlarca bakteri yaşar. Sadece ağzınızda dünyada yaşayan tüm insanlardan daha fazla bakteri vardır. Bakteriler vücudumuzda kendileri için iyi bir barınak ve beslenme elde ederken, biz de bakterilerden bir çok yönden fayda sağlarız. Sindirim sistemimizde 300 ila 1000 farklı çeşit bakteri yaşadığı düşünülüyor. Bakteriler insanlar tarafından sindirilemeyen karbonhidratları sindirir. Sütteki şekerlerin parçalanmasını sağlar ve bizim için enerji ve besine dönüştürür. Ayrıca ilaçları, artık ihtiyacımız olmayan hormonları ve potansiyel kanser sebebi olabilecek vücutta serbest dolaşan diğer maddeleri de parçalar.

Eğer sindirim bakterileri olmasaydı, yediğimiz bir çok yiyecekten gerekli faydayı sağlayamayacak, sebzelerin vitaminlerini kullanamayacaktık. Portakal, elma, patates gibi kompleks karbonhidratlar içeren besinleri sindiremeyecektik. Çünkü biz bakterilerin salgıladığı enzimleri salgılayamayız.

Bazı bakteriler bizim için K vitamini üretirler. Bazıları ise biotin, B-12, folik asit, tiamin gibi B kompleks vitaminleri sentezler. Bu hayati vitaminleri yiyeceklerden almak zordur ve vücudumuz tarafından da üretilemezler. Örneğin K vitamini kanın pıhtılaşmasını sağlayan ve kemikteki kalsiyumu muhafaza ederek kemikleri sağlam tutan vitamindir. B vitaminleri ise vücudun enerji üretmesini, sinir ve sindirim sistemlerimizin çalışmasını sağlar.

Bakterilerin görevleri sadece sindirim sistemiyle sınırlı değildir. Aynı zamanda bakteriler vücudumuzda, ikinci bir savunma sistemi gibi çalışırlar. Vücudumuza çeşitli yollarla giren zararlı bakterilerin gelişmelerini ve yayılmalarını önleyecek maddeler salgılarlar. Ayrıca vücudun ideal pH değerini korumasına yardımcı olur.  

Batı Ontario Üniversitesi mikrobiyoloji ve immünoloji profesörü Dr. Gregor Reid bakterilerle olan ilişkimizi şöyle özetler: “... Onlar (bakteriler) olmasaydı biz ölmüş olurduk...” (Dr. Gregor Reid, Mikrobiyoloji, İmmünoloji ve cerrahi profesörü, Batı Ontario Üniversitesi, Kanada)

Tabi vücudumuzun bu bakterileri yabancı madde olarak görüp, savunma sistemimizin bunlara saldırmaması da çok büyük bir mucizedir. Vücudumuz bu bakterileri, yabancı istilacılar olarak değil de sindirim sisteminin birer hücresi gibi algılar. Bu şekilde ömrümüz boyunca bakterilerle karşılıklı birer yardımlaşma içinde hayatımızı sürdürürüz.

Trilyonlarca bakteri ve bizler birbirimizden ayrılmaz birer bütünüz. Doğada bu şekilde birbirleriyle beraber yaşayan bir çok farklı canlı türü vardır. İşte bu belgeselde Allah’ın yarattığı canlıların doğada nasıl birbirleriyle uyum içinde ortak hareket ettiğini izleyeceksiniz. Birbirleriyle konuşamayan, herhangi bir planlama yapamayan bu canlıların, ortak bir akılla hareket ettiğini göreceksiniz.  Allah’ın yaratma gücüne bir kez daha hayran olacaksınız.

Şeytandan Allah’a sığınırım
Yeryüzünde kesin bir bilgiyle inanacak olanlar için ayetler vardır. Ve kendi nefislerinizde de. Yine de görmüyor musunuz?
(Zariyat Suresi, 20-21)

 

SİMBİYOZ: ORTAK YAŞAM

Doğadaki farklı türde canlıların beraber yaşamlarını sürdürmelerine, ortak yaşam veya simbiyotik yaşam denir. Bakterilerden alglere, hayvanlardan bitkilere kadar tüm canlılarda bir etkileşim ve alışveriş vardır. Simbiyotik yaşamın çok değişik türleri bulunuyor. Bu belgeselde bizim üzerinde duracağımız, herkesin fayda sağladığı simbiyotik ilişkiler. Yani tamamen farklı sistemlere sahip canlıların birbirleriyle yardımlaşarak hayatlarını sürmesi...

 

BİTKİ DÜNYASINDA ORTAK YAŞAM

Simbiyotik yaşayan canlılar aslında doğanın tüm sistemi için anahtar rol oynar. Örneğin karalardaki bitkilerin %95’i mantarlarla simbiyotik yaşam içindedir. Kimi bitkiler mantarların yardımı ile daha da güçlenip canlanabilir. Ancak bitkilerin %48’inin hayatta kalabilmesi sadece bu mantarlara bağlıdır. Mantarın toprakta gerçekleştirdiği ayrıştırma işlemi, bitki için özellikle fosfat ve azotlu bileşikler ve mineraller sağlar. Hazır mineral ve organik bileşikleri elde eden bitki hızla gelişir ve çok daha sağlıklı olur. Bitki ise, kendisi için besin sağlayan bu konuğunu, yani mantarları, karbonhidratlarla besler.

Örneğin liken mantarları ile yosunların da böyle bir ilişkisi vardır. Mantar, yosun için hayati koruma ve nem sağlar. Yosun ise fotosentez ile ürettiği besin ile mantarı besler. Eğer bu ilişki olmazsa, iki canlı da yaşayamaz. San Diego Devlet Üniversitesi biyoloji profesörlerinden Mary Clark bu ilişkiyi şöyle açıklar:

"İki tür de bir diğeri olmadan var olamaz, ve bundan dolayı iki türün de nüfusu diğeri tarafından belirlenir. (Mary E. Clark, Çağdaş Biyoloji, sf. 519) 

Burada önemli bir soru soralım. Hangisi önce geldi? Mantar mı, yosun mu? Bu iki canlı ancak aynı anda var olduğunda yaşamlarını sürdürebilirler. Biri olmadan diğeri yaşayamaz. Dolayısıyla evrim teorisinin iddia ettiği gibi bu canlılar aşama aşama var olmamış, Allah’ın “Ol” emriyle bir anda yaratılmışlardır.  

Çeşitli canlılar arasında bu kadar komplike yapılar ve ilişkiler olması açıkça Darwinizmi çürüten ve Allah’ın tüm canlıları birbirlerine tam bir uyum içinde ve bütün özellikleri ile bir anda yarattığının çok açık delilleridir.

Gökleri ve yeri (bir örnek edinmeksizin) yaratandır. O, bir işin olmasına karar verirse, ona yalnızca "OL" der, o da hemen olur. (Bakara Suresi, 117)

 

BİTKİLER VE HAYVANLAR YARDIMLAŞIYOR

Çok değişik amaçlarla bitki yetiştiririz. Meyve ve sebze için, bitkilerin tohumları olan fındık-fıstık gibi yemişler için, pamuk gibi bitkileri ise lifleri için yetiştiririz. Hayvanlarımızı da yine geniş çayırlarda otlarla ve samanla besleriz. Bitkiler hayatımızın her yönünde, her açıdan bize gerekli. Bir önceki bölümde bitkilerin, fotosentez gibi müthiş bir sistemle kendi besinlerini üretebildiklerinden bahsettik. Peki bitkiler kendi kendilerine de çoğalabiliyorlar mı? Çoğu zaman hayır. Bitkiler çoğalabilmek için yardımcılara ihtiyaç duyarlar. Bu yardımcıların büyük bölümü böcekler alemindendir ve çoğu zaman da bu yardımcılar arılar olur. Arılar olmasaydı, bitkiler alemindeki bir çok tür gelişemeyecek ve neslini devam ettiremeyecekti...

Bitkiler ve Arıların Vazgeçilmez Ortaklığı:

Simbiyotik yaşam örneklerinin en önemlilerinden biri bitkiler ve arılar arasındaki ilişkidir. Bitkilerin çoğalması için böcekler tarafından tozlaşmaya ihtiyacları vardır. Bir çok çiçekli bitki için de tozlaşmayı arılar sağlar. Tozlaşma demek bir bitkinin döllenmesi, yani tohumlarının üretimi için polenlerinin taşınmasıdır. Çiçeklerin polenlerini yayıp döllenebilmesi için, arılar çiçeklerin üzerinde tek tek gezerler. Arılar bir yandan bal üretebilmeleri için gereken kıymetli nektarı toplarken, bir yandan da onlarca çiçek ve ekini dölleyip, bitkilerin çoğalmasını sağlarlar.

Bu tozlaşma hayatidir. Tozlaşma olmasa, ağaçlar ve bitkiler meyvelerini üretemeyecekler ve çok da uzun süre yaşamlarını sürdüremeyeceklerdi. Peki bu bitkiler ilk başta arılar tarafından döllenmeden nasıl var olabilirler? Veya, arılar yiyecek olarak bitkilerden nektar sağlamadan nasıl var olabilirler? Şüphesiz biri olmadan diğerinin olması mümkün değildir. Böyle bir uyumu tesadüflerle açıklamaya çalışmak elbette ki anlamsız olacaktır. Hiçbir tesadüf iki farklı türdeki canlıya, birbirlerine tam uyumlu olacak şekilde fiziksel özellikler kazandıramaz. Bu uyum her iki canlının da tek bir Yaratıcı tarafından yaratıldıklarını kanıtlar. İkisi de aynı anda, Allah’ın kusursuz yaratmasıyla tam bir uyum içinde ve birbirlerinin ihtiyaçlarını karşılayacak şekilde yaratılmıştır.

Rabbin bal arısına vahyetti: Dağlarda, ağaçlarda ve onların kurdukları çardaklarda kendine evler edin. Sonra meyvelerin tümünden ye, böylece Rabbinin sana kolaylaştırdığı yollarda yürü-uç. Onların karınlarından türlü renklerde şerbetler çıkar, onda insanlar için bir şifa vardır. Şüphesiz düşünen bir topluluk için gerçekten bunda bir ayet vardır. (Nahl Suresi, 68-69)

Yuka Bitkisi ve Yuka Güvesi:

Bazı bitkilerin nektarı, çiçeğinin derinliklerinde bulunur. Bu ilk bakışta böceklerin nektar toplamalarını, dolayısıyla da çiçeğin döllenmesini zorlaştıracak bir dezavantaj gibi görünebilir. Ancak Allah böyle çiçeklerin polenlerini taşıyabilecek uygun yapılara sahip canlılar da yaratmıştır. Ortak yaşam örneklerinin en çarpıcılarından biri de avize ağacı olarak bilinen yukalardır ve yuka güvesi arasındaki beraberliktir.

Yuka bitkisinin üzerinde, uzun yapraklardan oluşan bir rozet şekli, bunun tam ortasında da krem renkli çiçekleri taşıyan bir sap bulunur. Bu ağacın özelliği, polenlerinin eğimli bir bölgede bulunmasıdır. Bu yüzden bitkinin çiçek tozunu ancak bu yapıya uygun olan farklı bir güve türü toplayabilir. Yuka güvesi...

Yuka güvesi, topladığı çiçek tozlarını birbirine bastırarak top şekline sokar ve bunu başka bir yuka ağacı çiçeğine götürür. Önce çiçeğin dibine iner, yumurtalarını bırakır. Sonra tepeciğe çıkar ve çiçek tozu topunu, çiçeğin tepeciğine vurarak polenlerinin dökülmesini sağlar ve böylece bitkinin döllenmesi gerçekleşmiş olur. Bunu yapmasının sebebi bir süre sonra yumurtadan çıkacak olan güve larvalarının, bitkinin buradaki tohumlarıyla beslenecek olmasıdır.

Yuka güvesi bitkiyi tozlarken bitkinin tohumları ile larvalarına yiyecek sağlamış olur. Yuka bitkisi de güve sayesinde tozlaşarak, çoğalır ve neslini devam ettirir. Ne yuka, ne de yuka güvesi, bir diğeri olmadan var olamazlar. Güvenin larvasının beslenmek için yuka bitkisinin tohumlarına ihtiyacı vardır. Aynı şekilde yuka bitkisi de ancak ve ancak bir yuka güvesi sayesinde polen yayabilir.

Yuka ağaçları ve yuka güveleri üzerinde çalışmalar yapan Harvard üniversitesinden evrimci bir biyolog olan Christopher Smith bu ilişkiyi şöyle açıklıyor:

“Bunun nasıl ortaya çıktığını tahmin etmek akıllara durgunluk veriyor, sanki neredeyse yuka ağacı ve güvesi birbirleri için yaratılmışlar.”

Evet yuka ağacı ve yuka güvesi birbirleri için yaratılmışlardır. Biri olmadan diğeri var olamayan bu iki canlı, evrim teorisinin bilim dışı mantıklarına göre çok uzun zamanlar içinde, ayrı ayrı, çok küçük değişikliklerle nasıl gelişmiş olabilir? 40 milyon yıldır var olduğu tespit edilen bu ortak yaşam örneğinde, bu iki canlının da var olabilmesi için, aynı anda ve hep aynı özelliklerle yaratıldıkları çok açıktır. Güve larvalarının beslenmesi ve ağacın döllenmesi birbirine son derece uyumlu bir şekilde gerçekleşir. Doğadaki bu birbiriyle tam uyumlu düzeni yaratan, ağacın kendisi ya da güve değildir. Tesadüfler de değildir. Bir bitkinin ya da böceğin başka bir canlının ihtiyaçlarından haberdar olması, kendi ihtiyacına çare bulması mümkün değildir. Pek çok örneğini gördüğümüz bu kusursuz uyumu yaratan Yüce Allah’tır.

Şüphesiz müminler için göklerde ve yerde ayetler vardır. Sizin yaratılışınızda ve türetip yaydığı canlılarda kesin bilgiyle inanan bir kavim için ayetler vardır. (Casiye Suresi, 3-4)

 

HAYVANLARIN ORTAK YAŞAMI

Ortaklaşa temizlik operasyonu:

Hayvan türleri içinde de birbirleriyle yardımlaşanlar vardır. Örneğin köpekbalıkları gibi büyük balıkların, yemek yedikten sonra dişlerinin aralarında yiyecek artıklarının kalması normaldir. Bu parçacıklar zaman içinde hastalıklar veya yemek yemelerini zorlaştıracak tehlikeli maddeler üretebilir. Bazı küçük balık türleri, biyolojik birer diş fırçası gibi, büyük balıkların dişleri arasında dolaşarak ağızlarında kalan artıkları temizlerler. Küçük balıklar kendileri için bu kadar tehlikeli olabilecek bu ortamda gayet güven içinde temizlik işlerini bitirirler. Aslında büyük balıklar istedikleri an ağızlarını kapatarak küçük balıkları yiyebilecekken bunu yapmazlar. Eğer Darwinizm’in savunduğu şekilde doğada güçlü olan hayatta kalıyorsa, büyük balıklar kolayca elde edebileceği bu ziyafetten niçin vazgeçiyorlar?

Benzer bir ilişki, bazı temizleyici küçük kuşlar ve sürüngenler arasında da vardır. Timsahların ağzındaki parazitleri temizlemek için gelen yağmur kuşları gibi küçük kuşlar, güvenli bir şeklide temizliklerini yaparlar. İşleri bittikten sonra da timsahlar aç olsun veya olmasın yara almadan oradan uzaklaşırlar.

Nasıl olur da normal şartlarda av ve avcı konumundaki bu iki farklı hayvan türü bir temizlik operasyonunda ortak olabilirler? Eğer bu ortaklık evrimcilerin söylediği gibi zaman içinde gelişmiş olsaydı, timsah ağzını temizletmenin faydalı bir şey olduğuna karar verene kadar, kaç tane temizleyici kuş, timsah tarafından yenirdi? Aynı şekilde niçin kuşlar, timsahların kendi türlerini yediklerini bile bile, ağızlarını temizlemeye giderdi?

Temizlik işinde görevli başka kuşlar da vardır. Örneğin kırmızı gagalı sığırkuşları, zebraların, zürafaların, impalaların üzerindeki zararlıları yerler. Bu şekilde sığır kuşları karınlarını doyururken, diğer canlılar da üzerlerindeki tüm zararlıları temizletmiş olur. Sığır kuşlarının görevi sadece temizlik değil aynı zamanda uyarıdır. Bir tehlike olduğunda sığır kuşları yukarıya uçar ve bir uyarı sesi çıkarır, böylece misafir olduğu canlıyı uyarır. .

Karada olduğu gibi deniz altında da çeşitli arkadaşlıklar var. Gobi balığı ile karides arasında harika bir ev arkadaşlığı vardır. Birbirinden farklı bu iki canlı türü, şaşılacak derecede uyumlu ev arkadaşlarıdır. Şimdi bu muhteşem ikilinin hikayesini izleyelim.

Deniz altında bir ev arkadaşlığı: Gobi Balığı ve Karides

Deniz tabanında barınacak bir yere ihtiyaç duyan Gobi balığı, kendisine bir yuva kazamaz. Karides ise kolayca derin bir yuva kazabilir ve burayı akıntılara karşı koruyabilir. Ancak onun da yuvayı meraklı canlıların istilasından korumak için yardıma ihtiyacı vardır. Çünkü karideslerin gözleri balıklar gibi keskin değildir. Onlar antenlerini göz gibi kullanarak hareket ederler.

İşte böylece şaşırtıcı bir arkadaşlık öyküsü başlar. Karidesin, kendi ihtiyacına göre daha büyük yaptığı bu yuvayı koruma görevini gobi balığı üstlenir. Bir saldırganın yuvaya yaklaşması durumunda gobi balığı kuyruğunu sürekli titretir. Karides anteniyle bu titreşimi hemen algılar ve tehlikeye karşı ortak savunmaya geçerler. Fakat gobi yuvadaki nöbetini hiç bırakmamalıdır. Aksi takdirde etrafta bekleyen avcılar, karidesi hemen hedef alabilirler. Burada gobi balığı, karidesin adeta gözü, kulağı olur ve onu tehlikelerden korur. Karides de gobi balığına onun yapamayacağı güzel bir yuva sunar. Karides hem kendisi hem ev arkadaşı için korunaklı bir yuva yapmanın yanında buranın temizliğini de sağlar. Okyanus akıntıları yüzünden sürekli yuvanın içine doğru kayan kumları temizleme görevi karidesindir. Bunu yapmazsa yuvası birkaç saat içinde  tamamen bozularak yok olur. İşte bu iki arkadaş müthiş bir koordinasyonla birbirlerine yardımcı olurlar.

Burada düşünülmesi gereken, karides ve gobi balığının nasıl bu kadar uyumlu olduklarıdır. Karides, balığın yuvaya yerleştikten sonra  kendisini yemeyeceğinden, balık da karidesin onu her zaman tehlikeye karşı uyaracağından emindir. Bu iki canlıya var oldukları ilk andan itibaren beraber ve uyum içinde yaşayabilecekleri bilgisini ilham eden Yüce Allah’tır.

Hermit Yengeci ve Anemonların işbirliği

Denizlerdeki bir başka işbirliği hermit yengeçleri ve anemonlar arasındadır. Hermit yengeçlerinin koruyucu kabukları yoktur. Bu yüzden boş salyangoz kabuklarını bulur ve bunların içine yerleşir.  Hermit yengeçlerinin kabuklarının üzerlerinde bir de misafirleri vardır: Anemonlar....   Anemonlar hermit yengecine ahtopot gibi canlıların saldırılarına karşı koruma sağlarlar. Çünkü anemonların tentikül adı verilen uzantıları zehirlidir. Anemonlar da hermit yengecinin kabuğunda yaşayarak hem yengecin yediklerinin arta kalanlarından beslenir ve yengeç dolaştıkça o da farklı bölgelerdeki yeni yiyecek kaynaklarına ulaşır. Yengeç büyüdükçe daha büyük bir kabuğa geçer ve tabi ki anemonlarını da beraberinde yeni kabuğa taşır. Çünkü anemonlar olmadan yengecin hiçbir savunması yoktur. Anemonlar, normal şartlarda kendilerini bağlı oldukları kabuktan çıkartmaya çalışan hiçbir canlıya izin vermezler, sadece bu kabuk değişimi sırasında, hermit yengeçlerine izin verirler. Hermit yengeçleri de onları yeni kabuklarına taşır.

Birbirlerinin yeteneklerinden, özelliklerinden habersiz olan bu iki canlı; yani hermit yengeci ve anemonlar, doğadaki bu muhteşem uyumun ve ortak yaşamın örneklerindendir.

 

CANLILARIN ORTAK YAŞAMI, EVRİM TEORİSİNİN SONUDUR

Farklı türler arasındaki simbiyotik ilişki, evrim teorisi açısından hiçbir şekilde açıklanamayacak bir durumdur. Burada çok azını anlattığımız ortak yaşam örnekleri, evrimin sahte mekanizmalarının mantıksızlığını açıkça ortaya koyar. Evrimciler, ortak yaşam süren canlıları “olağanüstü bir durum”, “bu ilişkileri tanımlamak çok zordur” gibi üstü kapalı ve kaçamak cevaplarla geçiştirmeye çalışır. Çünkü simbiyotik ilişki içinde olan canlılar birbirleriyle yardımlaşarak yaşamlarını devam ettirirler. Bu da, evrim teorisinin anafikrini, yani canlılar arası rekabet düşüncesini tamamen çürütür.  Darwin’e göre tek başlarına yaşam mücadelesi içinde olması gereken canlılar, birbirlerine fayda sağlamaktadır. Türlerin birbirlerine fayda sağlamasının evrim teorisinin sonu olduğunu Darwin kendisi açıkça itiraf etmiştir:

 “Eğer bir türdeki herhangi bir yapıya ait bir parçanın başka bir türe faydalı olmak üzere oluştuğu kanıtlanabilirse, bu benim teorimin sonu olur. Çünkü doğal seleksiyonda böyle bir durum olamaz.” (Türlerin Kökeni, 1859, Bilmin Başyapıtları Baskısı, 1958, s. 164)

(Türlerin Kökeni, 1859, Bilmin Başyapıtları Baskısı, 1958, s. 164)

Evet... Darwin bu sefer haklı. Ne diyor?:  “Eğer bir tür başka türe faydalı oluyorsa, bu teorimin sonu olur”. Ortak yaşam süren türler, birbirlerine fayda sağlıyor ve bu gerçek de, daha bir çok gerçek gibi, Darwin teorisinin sonu olmuştur...

Simbiyotik ilişkiler Darwin’in teorisi için tam bir engeldir. Darwinistlerin simbiyotik yaşamlar için öne sürdükleri çaresiz açıklama; ortak yaşam süren canlıların “birlikte evrimleştiği” gibi hiçbir gerçekliği ve tutarlılığı olmayan bir izahtır. Çünkü bu canlıların büyük bölümünde, biri olmadan diğerinin yaşamını sürdürmesi mümkün değildir. Bu durumda eğer bir canlının sözde evrimleşerek var olduğu iddia edilse bile, diğeri olmazsa hayatta kalamazlar. Yaşamlarını devam ettirebilmek için belli hayvanlara ihtiyaç duyan bitkiler, o hayvanlar henüz ortaya çıkmadan nasıl var olabilmişlerdir? Aynı şekilde başka hayvanların varlığına gerek duyan hayvanlar, aynı anda var olmadan nasıl hayatta kalabilmişlerdir?

Bu noktada evrim teorisi tam bir çıkmaz noktadadır. Darwinistler ortak yaşam süren canlıların sözde evriminin aşama aşama nasıl gerçekleştiğine dair hiçbir bir açıklama getirememiştir. Çünkü bütün canlıları olduğu gibi ortak yaşam süren canlıları da Allah bütün özellikleri ile birlikte bir anda yaratmıştır.

 

100 MİLYON YILLIK BERABERLİK

Fosil kayıtlarında da simbiyotik yaşamın çok eski tarihli örneklerine rastlamak mümkün. Örneğin termitler ile tek hücreli canlılar olan protozoanın, 100 milyon yıl önce ortak yaşam sürdükleri fosil kayıtlarında tespit edilmiştir. 

Amber içindeki bu termit 100 milyon yıl yaşında. Myanmar’ın tropik ve nemli bir ormanında muhtemelen bir kuş tarafından saldırıya uğradığı için yara almış ve ardından, daha sonra ambere dönüşecek yapışkan bitki özsuyunun içine düşmüş. Yara aldığında iç organlarında yaşayan tek hücreli canlılar olan protozoa dökülmüş. Böylece biyologlar, çok açık bir şekilde protozoa ve termitin 100 milyon yıl önce de ortak yaşadığını tespit edebilmişler.

Termitler ölü ağaçlardan elde ettikleri selüloz ile beslenirler. Ancak selülozu kendi başlarına sindiremezler. Bu besinleri sindirebilmek için bağırsaklarında yaşayan protozoa ismindeki tek hücreli canlılara bağımlıdırlar. Selülozu ancak protozoanın salgıladığı enzimlerle sindirilebilirler. Protozoa da bunun karşılığında, termitin bedeninde yaşayarak ihtiyaçları olan besinleri ve korunaklı ortamı elde ederler. Eğer tek hücreli canlılar termitlerin sindirim sisteminde olmasaydı, termitler, yedikleri besinleri sindiremedikleri için 15-20 gün içinde ölürlerdi. Aynı durum protozoa için de geçerlidir. Onların da yaşamak için termitlerin bedenine ihtiyaçları vardır. Allah bu minik canlıları birbirleriyle müthiş uyumlu sistemlerle yaratmıştır.

Oregon Devlet Üniversitesinden evrimci araştırmacı George Poinar bu ilişkiyi şöyle yorumlamıştır:

"Termitler ve protozoa arasında çok yakın bir ilişki var ve açıkça görülen değerinden dolayı çok uzun zamandır bu şekilde sabit. 100 milyon yıldır bu ortak yaşam örneğinin devam ediyor olduğunu görmek çok heyecan verici”

 

SONUÇ

Bu belgeselde sadece çok az bir kısmını aktarabildiğimiz, ortak yaşam sürdüren canlıların özellikleri hayranlık uyandırıyor. Birbirlerinin özelliklerinden tamamen habersiz, şuursuz canlıların doğada, böylesine uyumlu olarak ortak bir yaşam sürmeleri Allah’ın sanatıdır. Bakterilerden, termitlere, çiçeklerden, yengeçlere kadar büyük küçük her canlı, Allah’ın onlara ilhamıyla hareket eder. Evrimciler ise hiçbir bilimsel delili olmayan bir mantıkla bu düzenin rastgele, kör tesadüflerle meydana geldiğini iddia ederler. Canlıların, evrimcilerin iddia ettiği gibi birbirleriyle yarışarak değil, tamamen birbirlerine fayda sağlayarak yaşamlarını sürdürmeleri ise evrim teorisine tam bir darbe olmuştur. Bilim bize gösteriyor ki, canlıların yapıları tesadüflerle oluşamayacak kadar kompleks ve mükemmeldir. Her canlının sahip olduğu özellikler tek tek kendilerini yaratan üstün bir Aklın varlığını gösterir. Bilimin ortaya koyduğu her yeni keşif, canlıların güç sahibi bir Yaratıcı'nın, yani Rabbimiz olan Allah'ın eseri olduğunu bir kez daha ispatlıyor.

 

Göklerin ve yerin yaratılması ile onlarda her canlıdan türetip-yayması O'nun ayetlerindendir. Ve O, dileyeceği zaman onların hepsini toplamaya güç yetirendir.
(Şura Suresi, 29)