Münafığın hayatında, Müslümanlarınki gibi değerli ve yüksek idealler yoktur. Yaşama amacı, yalnızca 'kendisi'dir. Sadece hayatta kalabilmenin ve bu hayattan en fazla menfaati elde edebilmenin peşindedir. İyi yaşayabilmesi, iyi yemek yiyebilmesi, iyi uyuyabilmesi, en iyi kıyafetleri giyebilmesi gibi, her konuda en iyi imkanları elde edebilmesi onun için en hayati konudur. 'Dünya hayatında itibar, mal, mülk, para, makam ve mevki sahibi olabilmek, en iyi yerlere gelip kendince hayatın imkanlarından en iyi payı koparabilmek' münafığın yaşam felsefesinin kısa bir özetidir. Ancak elbette ki asıl zihniyeti, tüm bunları elde ederken, her türlü sahtekarlıkla, sinsilikle, uyanıklıklarla bunları hiç emek vermeden, kendi ifadesiyle tamamen 'bedavaya' mal edebilmektir.
İşte bu sahtekarlık üzerine kurulu felsefesini hayata geçirebilmede, Müslüman toplumu, münafık için çok önemli ve hayati imkanlara sahiptir. Çünkü her şeyden önce Müslümanlar vicdanlıdır. Güzel ahlaklı, akıllı, dikkatli, becerikli, yetenekli, çalışkan ve dürüst insanlardır. Bu kadar hayati ve önemli özelliği, münafığın bir başka yerde bir arada bulabilmesi mümkün değildir. Üstelik de tüm bu özelliklerin topluca birleşmesiyle, münafığın hırsla arzuladığı makam, mevki, mal mülk, itibar, çevre edinme gibi imkanlara çok daha hızlı ve kolay bir şekilde ulaşabileceği açıktır.
Dolayısıyla münafık Müslümanlarla bir arada olma planlarını bu felsefe üzerine kurar. Yoksa samimi iman etmeyen, Allah'ın rızasını kazanmak için emek vermek istemeyen münafığın, tüm hayatlarını, mallarını canlarını Allah yolunda harcamaya adamış Müslümanlarla olmayı seçmesi söz konusu değildir. Ne zihnini ne de bedenini, kendi çıkarına olmayan, maddi ve somut karşılıklar almayacağını düşündüğü hiçbir şey için yormak istemeyen münafık, hiçbir zaman samimi bir Müslüman gibi çaba harcamayı kabul etmeyecektir.
İşte münafık bu planları doğrultusunda Müslümanlar arasında kendine bir yer edindikten sonra, onların maddi manevi imkanlarından en iyi şekilde yararlanmaya çalışır. Bunun içinse elinden geldiğince 'takva bir Müslüman taklidi' yapmaya çalışır. Kuran'da münafıkların, sahtekarca planları doğrultusunda samimi bir Müslüman gibi görünebilmek için 'gösteriş yaptıkları' şöyle haber verilmiştir:
İşte (şu) namaz kılanların vay haline, Ki onlar, namazlarında yanılgıdadırlar, Onlar gösteriş yapmaktadırlar. (Maun Suresi, 4-6)
Münafıklar gösteriş için yaptıkları ibadetlerle kendilerini inançlı kimseler gibi göstermeye çalışır ve ardından da bu yolla Müslümanların imkanlarını kullanmaya başlarlar. Ve münafıklar, Müslümanların, "Ben iman ediyorum, Allah'ı, Müslümanları çok seviyorum, İslam'a hizmet etmek istiyorum" diyen bir insanın sözlerine hüsn-ü zanla bakacaklarını ve kendisine asla "Hayır sen Müslüman değilsin, senin sözüne inanmıyoruz" gibi bir söz söylemeyeceklerini çok iyi bilirler. İşte bu gerçeğin farkında oldukları için, Müslümanların bu hüsn-ü zan dolu bakış açılarını çıkarları için en iyi şekilde kullanmaya çalışırlar.
Müslümanların güçlü, zengin olmaları, refah, huzur, bolluk ve nimet içinde yaşamaları ve bunlardan yeteri kadar istifade edemediğini düşünmesi, münafığı çok kızdırır. Müslümanlar zenginleştikçe, onun da bu imkanlardan faydalanabilmek için içinde duyduğu hırs artar. Her fırsatta, çeşitli bahanelerle, yavaş yavaş isteklerini sıralamaya başlar. Hemen her gün, Müslümanların imkanlarını kullanabilmek için yeni bir konu bulur. Bu münafık için adeta 'şeytani bir eğlence konusu'dur. Sabah uyandığı andan itibaren, o gün 'maddi manevi ne gibi taleplerde bulunarak Müslümanlara ne gibi sorunlar çıkarabilirim, maddi imkanlarını nasıl tüketebilirim?' diye düşünür. Bir gün sudan bir sebeple doktora, başka bir gün saçlarının bakıma ihtiyacı olduğu gerekçesiyle kuaföre, başka bir gün de ihtiyaçları olduğu yalanıyla alışverişe gitmek ister. Kimi zaman sağlığını bahane ederek kendisine hizmet ettirtmek; özel ve zahmetli yemekler yaptırtmak, eşyalarını yıkatıp dolaplarını toplattırmak, oturduğu yere ayağına kadar her istediğini getirtip götürtmek ister. Kimi zaman yaşadığı yerin sağlığını olumsuz etkilediğini söyleyerek, kendisine daha konforlu, daha lüks, daha özel imkanlar sunulmasını talep eder.
Kimi zaman da, etrafındaki Müslümanlarda çeşitli bahaneler bularak, onların kendisine zarar verdiklerini iddia eder ve Müslümanları rahatsız etmeye çalışır. "Falanca şahsın yürürken çıkardığı ayak sesi migrenimi tetikliyor", "Filanca şahsın parfümü alerjimi artırıyor", "Bir başka kişinin televizyonun sesini açması çalışmamı engelliyor" gibi, aslında hiçbir gerçeklik payı olmayan yalanlarla huzursuzluk çıkarmaya çalışır. Bu bahanelerin ardından, hem ilgili kişilerin faaliyetlerini engelleyerek onlara rahatsızlık vermek, hem de 'bu yolla sözde üzerinde oluşan rahatsızlığın giderilmesini sağlayacak yeni imkanlar elde edebilmeyi' umar. Bir gün 'bir eşyasının kırıldığını, yenisine ihtiyacı olduğunu; sonraki gün sözde hiç kıyafetinin olmadığını; bir başka gün sağlığı için yemesi gereken özel malzemeler alınması, diğer bir gün ise makyaj malzemelerinin yenilenmesi gerektiğini' söyler.
Bunların hepsi, tam istediği şekilde, en kalitelisiyle, en özenli şekilde kendisine sunulduğunda ise, münafık yine 'çirkin ve nankör bir ahlak' sergiler. Mutlaka her bir detayda ciddi şekilde sorun çıkarır. Ya alınanları beğenmez ya yanlış alındığını iddia eder ya da kendi ısmarladığının tıpatıp aynısı kendisine alınmış olsa bile, 'ondan istemediğini aslında başka bir şey istemiş olduğunu' iddia eder.
Gösterdiği bu samimiyetsiz, şükretmesini, mutlu olmasını bilmeyen, münasebetsiz ve nankör ahlaka rağmen, Müslümanlar tüm istediklerini tekrar tekrar yerine getirseler de, münafıkta yine de bir ferahlama ve durulma olmaz. Müslümanların özel emek vererek, vakit ayırarak, Allah rızası için yorularak ona ulaştırdıkları nimetlerin kıymetini hiç bilmez. Dahası özensiz bir şekilde kullandığı tüm bu nimetleri, birkaç gün ya da birkaç hafta sonra ya 'ihtiyacı olmadığını' söyleyerek bir kenara atar ya da bir yerde unutur gider. Bir süre sonra da, yine başka bahaneler öne sürerek bunların yenilerinin alınmasını ister.
Amacı 'Müslümanları yormak, rahatsız etmek, kendisiyle meşgul ederek daha faydalı işlere harcayacakları enerjilerini ve vakitlerini' çalmaktır. Onları mümkün olduğunca 'masrafa sokarak maddi imkanlarını tüketmeye çalışmak'tır. Bunu ne kadar çok yaparsa, maddi manevi Müslümanları ne kadar yorarsa, o kadar kazançlı çıkacağını sanır. Müslümanların samimi vicdanları nedeniyle reddetmeyecekleri hayati ve insani bahaneleri kullanarak bu oyununu sürdürür.
Münafık kendince çok şeytani ve sinsi bir eğlence yöntemi bulduğuna inanır. Ve bunun da tamamen kendi lehinde bir durum olduğunu zanneder. Oysa ki yaptığı her sinsi oyun, her şeytani eylem münafığın aleyhine müminin ise lehine olur. Müslümanlara ne kadar çok ayak bağı olur, onlara ne kadar çok iş çıkartır, onları ne kadar çok masrafa sokarsa, münafığın dünyada üstüne çökecek belanın misli de o kadar artar. MÜSLÜMANLARA NE KADAR ÇOK ZORLUK ÇIKARIRSA, CEHENNEMİ DE O KADAR GENİŞLER, ÇEKECEĞİ AZABIN ŞİDDETİ DE O KADAR ARTAR. Münafığa karşı verdikleri vicdani ve akılcı mücadele sebebiyle, Müslümanların dünyada karşılaşacakları nimetler de, cennetteki makamları da sürekli olarak genişler. İşte bu da münafığın bilmediği çok önemli bir sırdır.