Adnan Oktar’ın 19 Ekim 2017 tarihli A9 TV sohbetinden
VTR: Cenneti merak ediyorum, bize anlatır mısınız?
ADNAN OKTAR: Cennet; öldüğümüzde iman ehli olduğumuzda yani açık şuur ve akıllı olduğumuzda dürüstsek, vicdanlı yaşadıysak bizi coşkuyla bekleyen bir kalabalıkla karşılaşacağız. O andan itibaren cennet başlar yani hiçbir gecikme olmaz. Her aşaması cennettir, en son aşamada cennet değil. Hemen cennet başlar. Çünkü cennet ehlinin her aşaması cennettir. Mesela sen bir saraya giriyorsun kapısından giriyorsun, ara koridorlardan gidiyorsun ama orası bir saray, bahçesinden geçiyorsun bir saray. Kapıda seni karşılıyorlar, değil mi saray güzelliği. İç kapıya giriyorsun orada da “hoş geldiniz efendim” diyorlar. Bunlar hep bir sarayın güzelliği. Ahiret de böyledir. Müminin rahatsız olduğu, korku duyduğu, tedirgin olduğu hiçbir şey olmaz. Müthiş bir güvenlik duygusu kalbe hakim olur. Yani ölüm anında öldüğünde müminde müthiş bir güvenlik duygusu ilk defa veriliyor. O, biliyorsunuz Kutsal Sandık’ta da olan Allah tarafından verilmiş bir güçtür. Kalplere bir ferahlık, korku olmayacak ruh hali. Sekinet deniyor buna. Sekinet, ölüm anında ani olarak bir sekinet oluşur, müminde bir huzur yani kafa netliği oluşur. O andan itibaren korku, tedirginlik, huzursuzluk, dikkat verememe, konsantrasyon bozukluğu bunların tamamı kalkar. Çok keskin ve düzgün bir hayat başlar. Zaten cennet dediğimiz budur. Yani acı çekmemek, hep güzel sözler duymak. Şimdi sen Azrail (as)’la karşılaşıyorsun, Azrail (as) süper yakışıklı ve çok hürmetli ve acayip sevgi dolu. Zaten cennet o. Yanındakiler de dostların, sevdiklerin zaten cennet. Karşıladıkları yer güzel. Her aşama güzeldir. Mesela mümin sorgulanıyor ama sorgulandığı yer de cennet. Mesela karanlık bir odaya sokup karşısına geçip böyle devlet memuru bazen sorgular ya bazı yerlerde, öyle değil. Mesela diyor ki “sen şöyle güzellik yapmışsın böyle güzellik yapmışsın bunlar doğru mu?” “doğru inşaAllah, siz daha iyi biliyorsunuz, Allah daha iyi bilir, sizler daha iyi bilirsiniz sizler görevlisiniz” diyorlar o şekilde. Onore etmek içindir yani sorgulamada mümini tedirgin etmek, korkutmak, zora sokmak için bir sorgulama yok. Tamamen usulendir, gönlünü almak içindir. Yani onun yüceliğini, iyiliğini, güzelliğini ona vurgulamak içindir. Oradan mümin cennete alınır. Kapısı yine cennettir, içerisi yine cennettir. Karşılayanlar tanıyarak karşılarlar biliyorlar. Mesela cennette ona ayrılan hurilere o gelmeden önce tanıtılıyor o. Yani huri onu ilk defa görmüyor orada. Cennet görevlileri, cennet gılmanları, vildanları falan bekliyor oluyor o mümini, elan bekliyor oluyor. Karşıladıklarında büyük bir coşkuyla ismiyle işte “hoş geldin” yahut neyse “selam” diyerek onu karşılıyorlar. Böyle ilk tanışma konusu yok. Biz onları tanımıyoruz ama onlar bizi tanıyorlar. Gittiğimizde onlar bizi tanıyorlar. Kuran’daki ifadeler çok açık, çok sarih. Cennet ortamına gelindiğinde müminin aklı hep Allah’ta olur, ilk istediği tecelli olarak görebilmektir. Çünkü dünyada da hep aklında olduğu için. Tabii hakk-ul yakin bir imana sahip olmuş oluyor artık. Yani imanının sınanması kalkıyor iman oturmuş oluyor hakk-ul yakin. Zaten ayette ölüm anına hakk-ul yakin deniyor. Nedir? En yüksek iman derecesi hakk-ul yakin. Bak, en yüksek iman derecesinin ismine ölüm deniyor, hakk-ul yakin. Hakk-ul yakine ulaşmış oluyor yani en yüksek iman derecesine yani kesin iman, netleşiyor. Çünkü hepsini görüyor öldüğünü de görüyor. Şimdi ölme kelimesi orada onun için ürkütücü olmuyor, yani ölme kelimesi anlamını kaybediyor. Ölmenin uyanma olduğunu görüyor. Normalde ölme başka türlü anlaşılıyor biliyorsunuz. Halbuki o ölümden dirilme olduğunu anlıyor orada. Yani orada ölüyken dirildiğini anlıyor. Asıl rüya gibi bir hayattan dirildiğini anlamış oluyor. İlk istenen şey yeme-içme değildir. Allah’ı görmeyi ister müminler, ilk talepleri budur. Onun için ilk tecelli edecek olan Allah’tır yani Allah’ın tecellisidir. Dün de anlattım, Allah tecelli edeceği vakit cennetteki bütün ağaçlar, kuşlar her şeyde ani bir hareketlenme olur. Ağaçların yapraklarında dallarında, kuşlar mesela uçuşmaya başlıyorlar yani bir sevinç meydana geliyor. Orada Allah ismiyle şahsa tecelli edip konuşmaya başlıyor. Ama kısa bir boyut değişikliği oluyor o anda. Onu tarif edemiyor fukaha. “O tarif edilecek gibi değil” diyorlar. Bir mekan değişikliği boyutu oluyor. Yani en-boy algısı ve zaman algısı değişiyor. Şimdi ölümde de bu değişiyor ama orada da değişiyor. Tarif etmeye mecbur değiliz zaten. Anlamamız da, neyi anlıyoruz ki onu anlayalım yani? Sonsuzluğu anlayamıyoruz, birçok şeyi anlayamıyoruz. Mesela anı anlayamıyoruz an. Başka boyutları anlayamıyoruz onu da anlayamayız. Çözmek için de uğraşmayız zaten. Çok hoşumuza gidecek, Allah ile konuşacağız “Ya Rabbi seni çok seviyorum” O da kuluna ismiyle söylüyor “Ben senden razıyım” diyor. “Senin yaptıklarını biliyorum” diyor mesela Allah “bütün hayatını her şeyini biliyorum seni seviyorum” diyor bu kadar.
Ama burada imtihanın zorlu olması çok önemli. O kadar tehlikeli ki cennet imtihanının kolay olması. Cennetin kıymetini müthiş azaltır, iman kalitesini azaltır, sevgi kalitesini çok ciddi şekilde azaltır. Herkes rahat olmak istiyor ya, çok riskli bu. Müminin isteyeceği bir şey değil bu. Akıllıca düşünseler hemen anlarlar. Tamamen rahatta acayip utanırlar. Tamamen rahatla ahirete giderlerse şahıs kendinden utanır onu söyleyeyim. Sevemez kendini, beğenemez kendini. Gerekçe de bulamaz. Yani neye göre? Mesela bizim Hz. Musa (as)’ı sevmemizin nedeni onun çektiği çileler olacak. Biz çilelerinin çok küçük bir bölümünü biliyoruz. Orada tamamını öğrenmiş olacağız. O zaman sevgi tabii akıl almaz yüksek oluyor. Mesela Resulullah (sav)’de de çok az bir bölümünü biliyoruz hayatını küçük küçük bölümler. Ama adam her birini okurken bile terlemeye başlıyor olayı kafasında canlandırdığında. Bak, bayırlık bir yerde iki taraftan ablukaya alınmış Müslümanlar. Adamların elinde kılıç, kargı, topuz, kesici aletler ve vahşi sesler çıkararak sarhoş adamlar saldırıyor, alttan da saldırıyor Müslümanların sayısı da az. Nasıl bir ortam bu sizce? Diyor ki adam, “bu küçük cihat” diyor, “asıl büyük cihat eve gittin mi kendi kafamızda nefsimizde olan vesveselerle boğuşmak” oymuş. Cihadın büyüğü o. Allah diyor ki bak “yürekler ağza gelmişti, hançereye dayanmıştı” diyor “Allah hakkında çeşitli zanlarda bulunuyordunuz” diyor “Peygamber hakkında zanlarda bulunuyorsunuz” diyor. Peygamber (sav)’i bir kere gözden çıkartmışlar. Peygamber diye bir şey yok kabul etmiyor adam. Ayrıca Allah’ı da inkar ediyor “Allah olsa böyle olmazdı” diyor. Halbuki bak o imtihan çok önemli, çok hayati bir şey ama onu akıl edemiyor. Sonra da olay yatışınca pişman oluyor. Hayır, olay yatışmasa cennete gidersin zaten, yatışınca da mahcup oluyorsun. Niye bunu yapıyorsun? Mesela Peygamberimiz (sav)’de hiç fütur yok hiç. Hz. Ebu Bekir (ra)’da yok, Hz. Ömer (ra)’da yok, Hz. Osman (ra)’da yok ama bak bir kısmında var. İşte değeri nasıl anlaşılacak Hz. Ebu Bekir (ra)’ın? Resulullah (sav)’ın değeri neden üstün oluyorlar o zaman? Bu olaylara göre üstün oluyorlar. Bu ayrıca küçük cihat falan değil büyük cihat bu. İnsanın nefsiyle mücadelesi küçük cihattır tam tersine. Nefsi ne olacak? Nefse ne dersen dinler, sus dersen susar, otur dersen oturur. Ne demek nasıl zor olsun yani? “Efendim dayanılmaz istekler gelir insana” diyor. Atma atma öyle bir şey yok. Ne alaka? Yapmıyorum dedin mi yapmazsın, içmiyorum dersin içmezsin. “Efendim buz gibi rakıyı getirirler karşına korlar” diyor “dayanamazsın” diyor böyle ipsiz sapsız. Nihayetinde zehir, ağzını burnunu yakacak zehir, tansiyonun yükselecek, hastalanacaksın bilmem ne. Neyine dayanamıyorsun? “Bu işte büyük cihat bu” diyor. Bunun büyük cihat olduğu falan yok. Senin nefsin çok tıfıl basit bir nefis “dayanamıyorum” diyorsun acz içinde olduğun için. Normal bir insanın böyle bir derdi olmaz. İçmiyorum der biter. Özetle cennet, aklımıza gelen her şey olur. Maddenin içinden geçebiliriz cennette yani eğlenmek isteyen için böyle bir şey var. Cinlerde var bu cinler de yapabiliyorlar. Melekler yapabilir. Aslında çok makul bir şey de bize acayip geliyor şu an. Maddeyi sert bildiğimiz için oluyor. Halbuki madde böyle değil yani sert değil. Maddenin vasfını bilmediğimizden oluyor. Böyle bir madde yok, madde sadece bir algıdır. Yani beynin inancına madde deniyor. Öyle bir şey yok. Sen o inancın içinden nasıl geçemiyorsun, nasıl geçemeyesin? Hayalin içinden niye geçemeyesin? Hayalin içinden geçtiğini sana gösterdi miydi geçmiş olursun bu kadar kolay.