Sosyal Medya Sevgisizlik ve Acımasızlık Arenası Olmamalı
Sosyal medyanın kullanımının yaygınlaşmasıyla toplumun belirli bir kesiminde yeni bir sorun gündeme geldi. İnsanların birbirlerine sevgiyi, merhameti, yardımlaşmayı, güzellikleri, Allah’a şükretmeyi hatırlattıklarında çok güzel bir ortam olabilecek sosyal medya, bir çok insan için kavga ve tartışma alanına dönüşmüş durumda. Bir cümlelik paylaşımların, bir dakikalık videoların, tek bir kare fotoğrafların üzerine akıl almaz propagandanın yürütüldüğü sosyal medyayı bazı çevreler ise bilinçli olarak kitleleri galeyana getirmek için kullanıyorlar. Küçük bir araştırma ve inceleme sonrasında yalan olduğu kolaylıkla anlaşılabilecek bilgiler kısa süre içinde binlerce insana ulaşıyor. Bu bilgilerle birlikte sunulan kışkırtıcı, yönlendirici yorumlar tahmin edilenden kısa bir süre içinde öfke ve nefret seline dönüşebiliyor. Örneğin bir doğal felaket sırasında veya o an yaşanan olayla hiçbir ilgisi olmayan bir çatışma alanında çekilmiş fotoğraf, altına iki satır yanlış bilgiyle dolaşıma sokuluyor ve insanların hamiyet duygusu tahrik edilerek nefret galeyanı oluşturulabiliyor. Bir süre sonra bu bilginin yanlışlığı ifade edilip doğrusu söylense dahi artık on binlerce kişiye ulaşmış olan yalanı düzeltmek her zaman mümkün olmuyor.
Peki insanlar nasıl oluyor da, araştırma ve incelemeye gerek duymadan, her duyduklarına inanıp bu kadar çabuk etkilenebiliyorlar? Bunun iki temel sebebi var.
Birincisi, özellikle yeni yetişen neslin karşılaştıkları bir olayı her yönüyle değerlendirme ve inceleme vasıflarını büyük oranda kaybetmiş olmaları. İnternette kendilerine sunulan bir yaşam modeli dışına çıkamayan bu gençlerin duygularını ve düşüncelerini ifade edişleri, esprileri, eleştirileri ve hatta kızgınlıkları dahi belirli kalıplar içinde. Kelime hazineleri çok kısıtlı olan bu gençler çoğu zaman ezberlenmiş cümleler dışında bir cümle kuramıyorlar. Beğendikleri bir şey olduğunda bir iki alışılmış söz dışında beğenilerini ifade edemiyorlar. Eleştirecekleri bir şey olduğunda yine öğrendikleri kalıp cümleleri kuruyorlar. Çok zekice tespitler yapıp karşılarındakini mağlup ettiklerini zannederken de aslında yine aynı kalıpların içinde sıkışmışlıktan öteye gidemiyorlar. Oysa –kimi zaman benzerlikler olsa dahi- her insanın her olay karşısındaki duyguları birebir aynı değildir. Güzel bir manzara karşısında her insanın aldığı zevk ayrı olacağı gibi her birinin duygularını ifade edişi de derinliğiyle orantılı olarak farklı olacaktır. Ya da hamiyet duygusunu tahrik eden bir durumla karşılaştığında buna karşı göstereceği tepki de kendi aklı ve vicdanı oranında olacaktır. Milyonlarca insanın gördüğü her güzellik ya da her rahatsız edici şey karşısında aynı kelimeleri kullanmak dışında bir şey söyleyememesi normal değildir. İşte özellikle gençlerin kendilerini bir şekilde içine mahkum ettikleri bu ufku dar dünya kolay yönlendirilmelerinin de kapısını açmaktadır.
Bir diğer sebep ise insanların büyük kısmının akılcı, sevgiye dayalı, anlayışı esas alan değerlendirme yapmak yerine öfkelerine yeniliyor olmalarıdır. Her insan hata yapabilir, iyi olmayan bazı özelliklere sahip olabilir ya da yerinde olmayan bir karar alabilir. Bu yanlışların kişi de ve toplumda tahribata sebep olmaması için temel gereklilik sabırlı olma ve anlayışla yaklaşabilmektir. Ne var ki insanların çoğu kendileri hata yaptıklarında görmek istedikleri anlayışı ve affediciliği diğer insanlara göstermek konusunda pek istekli değildir. Hatta tam tersine toplumun bazı kesimlerinde “düşene vurmak” olarak da nitelendirilen şekilde alabildiğine acımasız olmak çoğu zaman makul karşılanır. Bir kişinin hatası varsa düzeltmesi için yardımcı olmak, doğruyu göstermek ve şefkatle yaklaşmak yerine o kişiyi yıpratmak, ezmek hatta iyice yok etmek daha kolay görülür. İman aklı ve vicdanla değerlendirilmediğinde olağan görülen bu durum aslında ciddi bir anormalliktir ve bir çok toplumsal değerin yozlaşmasına sebep olur.
Bu değerlerin en önemlilerinden biri de toplumdaki birlik ve beraberlik ruhudur. Anlayışı, sabrı, şefkati, sevgiyi göz ardı eden toplumlarda düşmanlık ruhu çabuk yayılır. İnsanlar komşusu, arkadaşı, yakını dahi olsa farklı düşündükleri kişilerle düşman haline gelirler. Farklı partiye oy veriyor olması, farklı siyasi görüşe sahip olması, farklı yaşam tarzları olması, hatta farklı takımları tutuyor olmak dahi düşmanlık için yeterli olur. BİR TOPLUMDA DÜŞMANLIK DUYGUSU YAYILINCA SÖZ KONUSU ÜLKENİN MADDİ MANEVİ PARÇALANMASI DA KOLAYLAŞIR.
Özetle sevgiden ve merhametten, akılcı düşünmekten ve vicdani değerlendirmeler yapmaktan uzaklaşan bir toplumun sonu iç açıcı olmaz. Böyle bir toplumda mutlu, huzurlu bireylerin varlığından söz etmek de mümkün olmaz. İşte bu sebeple sosyal medyanın nasıl kullanıldığı gerek kişilerin ruh sağlığı gerekse toplumsal yapı açısından son derece önemlidir.
İnsanların ne kadar alaycı, ne kadar kırıcı, ne kadar kaba, ne kadar öfkeli ve kindar olursa o kadar takdir gördüğü değil, merhametli, anlayışlı, sabırlı, affedici olduğunda takdir gördüğü bir sistemin geliştirilmelidir. Bunun için, tek bir söz ile dahi olsa sevginin güzelliğini, merhametin ve affediciliğin getirdiği ruh kalitesini, güzellikleri incelikleri görmenin önemini, tevekküllü ve akılcı olmanın sağladığı konforu ısrarla anlatmak ve gündemde tutmak gereklidir. O ZAMAN SOSYAL MEDYA BİR KAVGA VE NEFRET ARENASI DEĞİL, BİR DOSTLUK VE SEVGİ MECLİSİ OLACAKTIR.