Münafık Allah korkusu olmayan bir varlıktır. Dolayısıyla hayata dair hiçbir konuda 'imani, ahlaki ya da etik sınırları' yoktur. Çıkarına uygun olan her şey, onun için 'iyi' ve 'doğru' olandır. Ve bir şey onun menfaatlerini zedeliyorsa, o da münafığa göre 'kötü've 'yanlış' olandır. Allah'ın kendisini her an gördüğüne ve tüm yaptıklarının hesabını ahirette mutlaka vereceğine de inanmadığı için, yalnız kaldığında, kimsenin kendisini görmediğini düşündüğünde her türlü ahlaksızlığı, sahtekarlığı ve alçaklığı yapabilecek bir karaktersizliktedir. İşte bu çarpık bakış açısı münafığın 'hırsızlık yapmakta da hiçbir sakınca görmemesine' neden olur.
Tarihin hemen her döneminde, münafıklar inananlardan 'Maddi manevi her konuda, olabilecek en fazlasıyla istifade etmeye' çalışmışlardır. Onların zenginliklerine karşı içlerinde derin bir kıskançlık duymuş ve sahip oldukları zenginliğe hep göz dikmişlerdir. Münafıklar bu malları gasp edebilmek ya da çalabilmek için hep bir fırsat kollamışlardır.
Münafık karakterli bir insanın gasp etmeye ve çalmaya karşı olan hırs ve tutkusu sadece mal, para, eşya gibi maddi değerler ile sınırlı değildir. Müslümanların zenginliğine olduğu gibi, sahip oldukları her türlü manevi güzellik ve nimete karşı da derin bir kıskançlık duyar. Kendi kin ve nefret dolu hayatında hiçbir zaman tatmadığı, ama Müslümanların hayatlarının her anında en mükemmelini yaşadıkları bu manevi nimetlerin her biri, münafık için bir 'yürek yarası'dır. 'Gençlikleri, güzellikleri, sağlıkları, huzurları, mutlulukları, aşkı, sevgiyi, hayatın tadını, nimetlerin zevkini en fazlasıyla ve en güzel şekilde yaşamaları' münafıkta bitmek tükenmek bilmeyen bir öfkeye neden olur.
Münafık hayatı boyunca 'hiç kimse tarafından samimi bir sevgiyle sevilmemiş', 'hiç kimsenin gerçek anlamda saygısını kazanamamış' ve kimse için 'değerli bir dost, yakın bir arkadaş' olmamıştır. Çevresindeki herkes tarafından hep 'horlanmış, aşağılanmış, çıkar için kullanılmış' ama 'hiçbiri tarafından değer görmemiştir'. Elbette ki iman edenler kendi içlerinde olup da münafıkane tavırlar gösteren kişilere de yine şefkatle yaklaşır, bir ibadet olarak sevgi gösterir ve onların hidayet bulmaları için gayret ederler. Ancak bu iman edenlerin kendi aralarında yaşadıkları samimi ve coşkulu sevgi gibi değildir. Bu gerçeğin çok iyi farkında olan münafık, sürekli bir arada olduğu Müslümanların neşesini, mutluluğunu, huzurunu, birbirlerine olan derin sevgi, saygı, sadakat ve bağlılıklarını gördükçe, öfke, kin ve kıskançlıktan deliye döner ve tüm imkanlarıyla bunu engellemeye çalışır.
Özellikle de Peygamberler ve elçiler gibi, Müslümanların en çok sevdikleri, saydıkları, büyük bir sadakat ile bağlandıkları kimseler, münafığın 'en çok kıskandığı' ve 'ellerindeki nimetleri en çok çalmak istediği' insanlardır. Müslümanların Peygamberlere duydukları coşkulu sevgi, saygı, hürmet ve derin sadakat; hanımlarının onlara büyük bir aşk ve tutkuyla bağlanmış olmaları, dünyada ahirette bir an bile yanlarından ayrılmak istememeleri, münafık için kahredici bir azaba dönüşür. Dolayısıyla onların mutluluğunu, sevincini, sevgilerini, dostluklarını çalabilmek için elinden gelen her şeyi yapar. Münafık, şeytanca oyunlar oynayıp, alçakça yalanlar söyleyerek, çirkeflik yapıp, iftiralar atarak Müslümanlar arasında fitne, huzursuzluk ve kargaşa çıkarmak ve böylece sahip oldukları nimet ve güzellikleri Müslümanlardan çalabilmek ister.
Münafığın Müslümanlardan çalmak istediği bir başka nimet ise 'zaman'dır. İman edenler hayatlarının her anını insanlara Allah'ın büyüklüğünü, İslam ahlakının güzelliğini anlatıp hayırlı faaliyetler yapmaya ayırırlar. Bu da münafığın en istemediği ve tüm gücüyle engel olmak istediği bir durumdur. Bu nedenle elinden geldiğince sorun çıkarıp Müslümanları oyalayarak, boş işlerle meşgul etmeye çalışarak 'enerjilerini ve faydalı işlere, güzel ortamlara ayıracakları vakitlerini çalmak ister'.
Ancak "... Allah, kafirlere müminlerin aleyhinde kesinlikle yol vermez." (Nisa Suresi, 141) ayetiyle haber verildiği gibi, Allah münafığın bu oyununun başarılı olmasına izin vermez. Müslümanlar, imandan kaynaklanan üstün akılları, feraset ve basiretleriyle, münafığın amacını ve yaptığı ahlaksızlıkları açıkça fark eder ve tuzaklarını Kuran ahlakıyla etkisiz hale getirirler. Münafığın Müslümanların vaktini, huzurunu, mutluluğunu, neşesini, sevgilerini, dostluklarını çalma çabaları, sadece başarısızlık, huzursuzluk, yürek acısıyla sonuçlanır.