Her medeniyet belli yönleriyle tarihe geçmiş, her biri ardında farklı izler bırakmıştır. Endülüs İslam medeniyeti ise tarih sahnesine çımış tüm medeniyetler arasında çok sayıdaki özelliğiyle müstesna bir öneme sahiptir.
Batılı tarihçilerin karanlık bir çağ olarak nitelendirdiği Ortaçağ’ın parlayan yıldızı Endülüs, Avrupa kültürünün oluşmasında öncü bir rol üstlenmişti. Şehir; yenilik, kültür ve medeniyet kavramlarının zirveye ulaştığı başlıca bir merkez konumundaydı. Avrupa güneşin batışı ile karanlığa bürünürken, Endülüs'e bağlı Kordoba sokakları 24 saat boyunca lambalarla aydınlanırdı. Avrupa kir ve çamur içindeyken, Kordoba'nın dört bir yanı kaldırım kaplıydı ve binden fazla hamamı vardı. Dönemin Paris ve Londra halkları nehir kıyılarındaki kulübelerde yaşarken, Kordoba modern şehir konforuna sahipti. Hastane, kütüphane ve okulları ile şehir tam anlamıyla bir ilim ve kültür merkeziydi. Kordoba kütüphanesi 600 bin cilt el yazması kitabıyla günümüzün önemli kütüphaneleri ile yarışır büyüklükteydi. Avrupa soyluları kendi isimlerini bile yazamazken, Kordoba’da çocuklar okula gitmekteydi. (Ahmad Thomson, Endülüs’te Müslümanlar (The Muslims in Andalusia))
İspanya Yarımadası İslam dini ile Hicret’ten yüz yıl sonra tanışmıştı. Tarık bin Ziyad’ın Afrika’dan gelerek İspanya’ya ayak basmasının ardından Müslümanlar tarihteki en yüksek medeniyetlerinden birini inşa etmişlerdi.
Endülüs 8 yüzyıl boyunca İslam medeniyetinin Avrupa’daki merkezi oldu. Avrupa, İslam medeniyeti sayesinde gelişen tıp, bilim, eğitim ve mimariden fazlasıyla faydalandı. Birçok tarihçi Avrupa Rönesansı'nın başlangıç noktasının Endülüs medeniyeti olduğunu düşünür ve hatta Kordoba’yı "tarihin en yüksek medeniyetine sahip şehir" olarak nitelendirir.
Endülüs muhteşem şehir mimarisi de doğayı koruyan özelliklere sahipti. Şehrin dört bir yanına yayılmış olan bahçe ve havuzlar, su değirmenleri ile taşınan sularla sulanmaktaydı. Bu bahçeler Kuran’daki cennet tasvirleri örnek alınarak tasarlanmıştı.
Endülüs güzellik ve ihtişamın yanı sıra, bilim ve tıbbın da merkezi haline gelmişti. İslam bilginlerinin astronomi ve matematikte yaptıkları yeni keşifler çok kısa bir sürede İber Yarımadası'na da ulaşıyordu.
Avrupa moda ile de Endülüs üzerinden tanışmıştı. İtalyan terziler İslam dünyasından gelen kumaşları dikerek ün salmaya başladılar.
Endülüs Devleti Müslümanlar, Hristiyanlar ve Yahudilerin birlikte konfor içinde yaşadığı sosyal bir devlet idi. Devre ait birçok eser 3 dine mensup sanatçıların yeteneklerini sergilemekteydi.
Endülüs İslam medeniyeti 800 yılda tam 80 bin saray ve konak, 80 okul, 600 cami ve 600 han inşa etmişti. Ne var ki bu güzel eserlerden günümüze sadece onlarcası kalmıştır.
Kısacası, Müslüman hakimiyeti bölgeyi Avrupa’nın en zengin, en gelişmiş toprakları haline getirmişti. Bilim, kültür, sanat alabildiğine ilerlemiş, insanlık büyük bir gelişim göstermişti.
Öte yandan Endülüs, Müslüman ve Batı dünyası arasındaki ilişkilerin İslam'ın getirdiği kardeşlik, uzlaşma, yardımlaşma gibi değerler çerçevesinde sağlıklı bir şekilde yürüyebileceğini gösteriyordu. Müslümanların bu konuda yine öncülerden olup, dünyanın bugüne kadar görmediği demokratlıkta, modernlikte ve güzellikte yeni bir medeniyeti inşa etmeleri gerekmektedir.
Bu atılım için gereken temel İslam dininde mevcuttur. Bu yüksek hedefe ulaşmak için dinimize sonradan eklenen bidatları çıkartıp Kuran’ın aslına döndürmek gerekmektedir. Müslüman alemi İslam’ın ilk yıllarındaki o ihtişamlı dönemin yeniliğe açık kültürünü ve şevk ve heyecanını örnek almalı ve 21. yüzyılda yeni bir Altın Çağ oluşturmalıdır.