Herkese merhaba. Önceki konuşmacılar gibi ben de öncelikle organizatörlere beni davet ettikleri için teşekkür etmekle başlamak istiyorum. Son birkaç gün ben, eşim ve diğer arkadaşlar için muhteşemdi. Benim konuşmamın başlığı ‘biyologlar akıllı tasarım ilkelerini şimdiden kullanmaya başladılar ancak buna rağmen neden bu konudaki açıklamalarında sorunlar var?’.
Burada kullanılan ‘akıllı tasarım’ ifadesi temel olarak ‘dünyanın Allah’ın aklıyla dizayn edilmiş olması’ anlamına geliyor. Diyelim ki bir sabah uyandınız ve tüm biyolog ve biyofizikçilerin hayatın, akıllı bir tasarımla tasarlanmış olduğu ilkesini kabul ettiklerini gördünüz. Bu durumda dünya nasıl görünürdü? İnsanlar nasıl bilim yaparlardı?
Size bir örnek vereyim: bilimin nasıl farklı görüneceği sorusunu cevaplamak için, diyelim ki siz bir mühendissiniz ve bir bilgisayar şirketinde çalışıyorsunuz. Rakip üreticinin üretmiş olduğu bir çip elinize geçti. Gayet iyi çalışıyor. Sizin işiniz bu çipin nasıl çalıştığını çözmek, böylece üzerinde çalışabilir, yeni eklemeler yapabilir ve sizin şirketinize ait yeni bir versiyonunu üretebilirsiniz. Buna ‘ters mühendislik’ denir.
İki ayrı ihtimal düşünelim. Birinci ihtimalde size çipin, devrelerin rastgele yapılmasıyla ve işe yaramayan devrelerin atılması ve işe yarayan bir çip ortaya çıkıncaya kadar bu işleme devam edilmesiyle üretildiği söyleniyor.
İkinci ihtimalde size çipin işinde çok iyi olan usta bir mühendis tarafından tasarlandığı söyleniyor.
Çip hakkında size anlatılan bu iki hikayeden hangisine inandığınıza bağlı olarak çalışmalarınızın ne kadar farklı olacağınızı tahmin edebiliyorsunuz değil mi?
Birinci ihtimalde bir çok işe yaramayan parça bulunurken, ikinci durumda (neye yaradıklarını ilk bakışta anlamasam bile) bir amacı olduğunu bildiğim şeylerle karşılaşırdım. Ve bir amacı olduklarını bildiğim için de bunun ne olduğunu anlamak için daha fazla çalışırdım.
Bu alternatiflerden hangisi sizce bugün biyologların metotlarını en iyi tarif ediyor? Bugün biyoloji çalışmalarının büyük çoğunluğu ikinci düşünceye göre, yani biyolojik sistemlerin çok çok iyi tasarlanmış olduğu ön kabulüne göre yapılmaktadır. Sanki akıllı tasarım düşüncesi tamamen kazanmış gibidir. Tüm biyolojik araştırmalar ‘ters mühendislik’ şeklinde yapılmakta, canlı sistemlerin optimal şekilde tasarlanmış olduğu varsayımıyla hareket edilmektedir. Tabi ki çoğunlukla bu biyologların çoğu çalışmalarında Allah’tan bahsetmemektedir. Konuşmamın ilerleyen bölümlerinde bulgularını nasıl –Allah’tan bahsetmeden- açıklamaya çalıştıklarını anlatacak ve bu konudaki eleştirilerimi sunacağım.
Burada örnek olarak göstereceğim yazıların çoğu tek bir yayından alındı. Bu yayın internette de görülebilir. Ayrıca bu çıkarımlarım ABD’de katıldığım fizik konferanslarından, kalabalık biyofizik oturumlarından ve Princeton’dan Bill Bialek gibi ünlü biyofizikçiler (bildiğim kadarıyla kendisi inanan biri değil) ile yaptığım birebir görüşmelerden edindiğim izlenimlere dayanıyor.
Bu düşünce şeklini tanımlamak için genel olarak kullanılan deyim ‘teleoloji’dir, yani bir şeyde ‘bir amaç ya da hedef’ aramak. Tasarlanan sistemlerde belirlenen bir hedef olduğu ve yapılanların bu hedefe varmak için yapıldığını varsayarız. Standart evrim senaryosuna göre ise bir amaç ya da hedef yoktur. Bu yüzden Richard Dawkins kitabının ismini ‘kör saatçi’ olarak belirlemiştir. Ama şu anda biyolojik sistemlere ilişkin literatür ‘teleoloji’, ‘amaç’, ‘hedef’ ve 'tasarım' gibi terimlerle doludur. Tüm bu terimler sadece körlüğün olmadığını ortaya koymakla kalmaz, aslında bir hedefin varlığını açıkça gösterir.
Şimdi birkaç alıntı okuyacağım. Bunun örnekleri. Bu biraz uzun, bazı kısımlarını okuyacağım. Bu kişi ünlü bir biyolog ve ünlü bir biyoloji dergisinde yazıyor ve ‘biyologların teleoloji fikrini kabul etmeyi öğrenmeleri gerekiyor’ diyor. Bu kişi şöyle diyor: ‘gökyüzü neden mavidir? Herhangi bir bilim adamı bu soruyu bir mekanizma beyanı ile cevaplayacaktır: atmosferdeki gazlar bazı dalga boyundaki ışıkları diğerlerinden daha fazla yayar. Bu soruyu bir amaç beyanıyla cevaplamak yani –gökyüzü insanları mutlu etmek için mavidir- demek akıllarından geçmez. Ama biyolojide çoğu zaman ‘neden’ sorusunu, mekanizma ile ilgili değil de amaç ile ilgili sorarız. Dolayısıyla ‘gözde neden mercek var?’ sorusunun cevabı genelde merceğin ışığı odaklamak için olduğudur. Çok nadiren merceğin orada olma sebebinin, mercek hücrelerinin üzerini örten dışderi tarafından tetiklenmesi olduğu söylenir.
Moleküler biyologlar genelde teleolojik konulardan uzak durmaya çalışırlar, bunu nedeni belki de moleküler biyolojideki ilk davranış şekillerinin fizikçiler ve kimyagerlerce belirlenmiş olmasıdır. Genetikçiler bile fonksiyonu genelde genin yaptığı faydalı işler açısından değil, gen değiştiğinde ne olduğu açısından tanımlarlar. Moleküler biyoloji ve moleküler genetikçiler teleolojik konulardan kaçınmaya devam etmektedirler, ve eğer alanlarında ortaya çıkan gerçekler olmasa buna daha da devam ederlerdi. Moleküler biyologların son derece teleolojik bir soruyu yanıtlamaları gerekmektedir: tüm bu kompleksliğin amacı nedir? Bu elementler yeni bir amaç sisteminin temeli olarak görülebilir’.
Tekrar edeyim: yani biyolojinin yeni bir amaç sistemini, biyolojide tasarımı kabul etmek zorunda olduğunu söylüyor. Ve ‘biyologlar bu sayede moleküler biyolojinin ihmal edilmiş teleolojik yönüyle de ilgilenebilecekler. Hatta tüm bu komplekslik ne için? sorusu kısa bir süre sonra sadece birkaç biyoloğun sormaya cesaret edebildiği bir soru olmaktan çıkıp herkesin dilindeki bir konuya dönüşebilir.’
Bu kişi ünlü bir biyolog, seküler bir biyoloji dergisinde yazıyor. Bundan sonraki alıntıların da hepsini okumayacağım, sadece özetleyeceğim. Buradaki alıntıda, tekrar ediyorum bunlar ana akım literatürden alınma ifadeler, ve sadece teleoloji değil tasarım kelimesi de açıkça ve yaygın bir şekilde kullanılıyor. Buradaki ilk alıntıda sebeplere sürecin sadece başına değil sonuna da bakmak gerektiği anlatılıyor. Aristo buna ‘nihai amaç’ demişti, bu da teleoloji demenin başka bir yoludur. Amaç ararsınız ve ihtiyaç duyulan şeyleri tespit etmek için geriye doğru gidersiniz, bu süreçte amacı tespit edersiniz. Aynı başta anlattığımız bilgisayar çipindeki ters mühendislik uygulaması gibi.
Dolayısıyla şu anda literatürde durum böyle. Bazı mühendislik terimlerini inceledim, bu konseptler şu anda biyolojide yaygın olarak kullanılıyor. Ancak bu sadece salt terminoloji değil, bilimin ilerlemesini sağlıyor.
Aşağıdakilerin hepsi biyolojide yer alıyor, ve mühendislik konseptleriyle aynı.
Eğer mühendis değilseniz, özür diliyorum, hepsini açıklamaya vakit yok ama bunların hepsi mühendislik okulunda okutulan kavramlar.
Optimizasyon ve takas
Hatta çoğu zaman mühendisler, biyolojiye bakarak biyolojiden yeni metotlar, iyi metotlar öğreniyorlar.
Başka bir alıntı daha var. Yine hepsini okumayacağım. Ama bu alıntılarda tasarımın nasıl kullanılmış olduğunu görebilirsiniz. İlk alıntıda, bu bildiğim kadarıyla inançsız biri, ama buna rağmen canlı sistemlerdeki tasarım hakkında koca bir makale yazıp, sonunda politik nedenlerden ötürü yazısını ‘tasarımcı olduğunu ima etmiyorum’ gibi bir ifadeyle bitirmek zorunda kalıyor. Lazer işaretçiyle göstereyim, parantez içinde, ‘evet tüm makale boyunca tasarımdan bahsettim ama Yaratıcı’dan bahsettiğimi düşünmeyin’ diyor.
İkinci alıntıya bakalım, ‘bilgi bilimi’ ifadesi kullanılıyor, ve biyolojinin temeli olarak adlandırılıyor. Önceki yıllarda ‘bilgi’ terimini birçokları kullanmak istemiyordu çünkü bilgi teleolojiyi akla getiriyor: yani bir amacı başarmak için bir sistem hakkında bilgi toplamak. Yani bilgi bilimi son derece sofistike bir mühendislik türüdür. Bir sonraki slaytta, hücresel seviyede gördüğümüz tasarımın sadece bir örneğini göstereceğim. Birkaç dakika önce çok güzel bir dans izledik. Moleküllere baktığımızda, bu molekül, her hücrenin içinde DNA’yı kopyalamak için kullanılır. Dediğim gibi bu da bir tür danstır. Size göstereceğim video DNA çoğaltma mekanizmasını gösteriyor. Avustralya’daki profesyonel bir bilim kurumu tarafından hazırlandı. Yıllarca süren araştırmalara ve bilgisayar modellemesine dayanıyor. Biraz ileri alayım. Allah, hücrenin içine bu şekilde dansa benzer bir uyumlu mekanizma yerleştirmiş. Şimdi başlaması lazım. Bir kez daha deneyelim. Bekleyelim diyorum çünkü bu çok güzel bir video. Onu beklerken size biraz daha bilgi vereyim. Bu, DNA’yı kopyalamak için kullanılan bir mekanizma. Elinizde bir DNA ve iki hücre var, hücre ikiye bölünüyor ve ... Evet. Gördüğünüz gibi bu dokuma mekanizması, DNA’nın kopyalanması sırasında kullanılır. Bu mekanizmanın doğal seleksiyon çalışmadan önce çalışması gerekir, çünkü doğal seleksiyon, DNA’yı bir nesilden diğerine aktarma fikrine dayanır. Dolayısıyla doğal seleksiyon birşey yapmadan önce bu mekanizmanın orada olması gerekiyor çünkü DNA’yı kopyalamanız gerekiyor. Şimdi videoya biraz müziğiyle bakalım. Müziğin sesini biraz açabiliriz. Bunların hepsi hayatın olması, DNA’nın kopyalanabilmesi için gerekli. Bunların hepsi molekül, bu noktaların her biri bir atom. Milyarlarca bölgesi olan bir bilgi dizisini kopyalamak kolay değil! Sistemin çalışması için ihtiyaç duyduğumuz da bu tarz bir mekanizma.
Peki Allah’a inanmayan biyologlar bunlar hakkında ne düşünüyor? Bazı biyologlar bu tarz yüksek tasarım düzeyinin darwinci evrimin bir sonucu olduğunu iddia ederler. İddialarına göre ‘zayıf organizmalar ölür ve işe yaramazlık genelde sistemleri zayıflattığı için işe yaramazlık seviyesi artar.
Bu argümanda iki sorun var:
Öncelikle, bu ateist Darwinizmin bir tahmini değildir. Konuşmamın başlangıcındaki düşünce egzersizimizde yaptığımız gibi, eğer bir cihazın rasgele yapıldığını düşünürsek, karşımıza birçok çöp çıkacaktır. Bu yüzden Darwinciler çok fazla çöp olması gerektiğini söylüyorlar, Fazale Rana bunu anlattı.
İkinci olarak bu argüman neden herşeyin bu kadar iyi, hatta mükemmel yapılmış olduğunu açıklamaz.
ENCODE projesinden uzun uzun bahsetmeyeceğim, Dr. Rana anlattı, ama ENCODE projesinde muhteşem sonuçlar elde edildi. Ben sadece özetleyeceğim. Dolayısıyla Dr. Rana’nın zaten anlattığı ENCODE projesini tekrar uzun uzun anlatmayacağım, ama ENCODE projesinden mükemmel sonuçlar elde edildi. Bazı insanlar DNA’nın bir kısmının çöp olduğunu iddia ediyor hala. Eskiden herkes körelmiş organlardan bahsederdi. Örneğin apandis ya da bademcik gibi organlar –ki bugün bunların savunma sistemimizin bir parçası olduğunu biliyoruz- hakkında uzun zaman bunların kötü dizayn edilmiş olduğu gibi şeyler söylendi. Ama söylediğim gibi sistem biyolojisi, hızla optimal dizayn fikrine doğru hareket ediyor. Bu fikre göre herşey muhteşem bir şekilde dizayn edilmiş.
Dolayısıyla evrimciler, tasarımın, etkinliğin, hayatın mükemmel bir şekilde ayarlanmış olması gerçeğinin doğal seleksiyondan kaynaklandığını iddia ettiğinde birçok sorun ortaya çıkıyor. Detaya girmeyeceğim çünkü fazla teknik ama birkaç sene önce bazı kişilerle birlikte bazı sayısal simülasyonlar yaptım ve doğal seleksiyonun sistemlere optimizasyon verip veremeyeceğini inceledik. İnsanlar verebileceğini farz etme eğilimindeler, ama bunu farz etmelerine rağmen, şaşırtıcı bir şekilde bunun olabileceğini gerçekten ispat etmeye yönelik pek bir şey yapılmadı.
Bu çalışmayı özetleyecek olursam, ben buna ‘catch 22’ problemi diyorum. Catch 22, İngilizcede hangi seçeneği seçersen seç kaybedeceğin bir problemi anlatan bir deyimdir. Catch 22 isimli bir filmden doğmuştur. Eğer canlı sistemlerin yeni şeyleri kolayca ekleyebileceğini varsayarsak, o zaman her türlü yeni, işe yaramaz şey ortaya çıkabilecektir- bu durumda onlara ‘körelmiş’ organ denir. Darwinistler geçmişte bunun olduğunu düşünmüşlerdi, canlı sistemlerin bir sürü işe yaramaz elementle dolu olduğuna inanmışlardı. Bu, daha önce Dr. Rana’nın anlattığı ‘çöp DNA’ fikrinin argümanıdır. Ama böyle bir şey sonucunda optimizasyon oluşmaz- böyle bir sistem olsaydı etrafta birçok işe yaramaz şeyi olan canlılar olurdu. Sistemler biyolojisinde optimal tasarıma ilişkin yeni görüşlerde artık işe yaramaz şeylere yer yok. Dolayısıyla bu problemi çözmek için diyelim ki doğal seleksiyon bu tarz faydasız şeyleri ortadan kaldırıyor çünkü böyle faydasız şeyleri olan canlılar ölüyor. Bu, Allah inancı olmayan ‘optimal tasarım’ kişilerinin ana argümanı. Ama eğer bu doğru olsaydı, evrim asla ilerleyemezdi! Çünkü fonksiyonu olmayan şeyler yeterince uzun süre kalamayacak ve kısa süre içinde ölecektir. Yani bir Catch 22 durumu. Eğer faydasız şeyler hızlı bir şekilde üretiliyorsa, o zaman elinizde birçok körelmiş organ olur ve eğer bu faydasız şeyler ortadan kalkıyorsa, o zaman hiçbir zaman faydalı bir şey gelişmeyecek demektir.
Konuşmamın son kısmında teleolojiin neden bilimde yasaklandığından bahsedelim. Peter Harrison’ın bilimsel devrim tarihi hakkında yazdığı çok güzel bir kitabı var. Bilimsel devrim Avrupa’daki reform hareketiyle aynı vakitlerde gerçekleşti, ve bu da tesadüf değil. Eğer antik çağlara gidersek, dünyadaki birçok insan doğaya bakıp bunların birer alamet olduğunu söyleme eğilimindeydi. Doğada ya da kutsal kitaplarda kendilerine özel mesajlar olduğunu düşündükleri yerler ararlardı. Bu da kötü bilim ve kötü teolojiye yol açtı. Çünkü insanların bir şeyi yorumlamalarında, spekülasyon yapmalarında ya da hayalgüçlerinde herhangi bir sınır yoktu. Dolayısıyla Avrupa’daki reform hareketinin bir tür ‘kafası açık’, ‘hurafelerden uzak’ düşünce devrimi, insanların ‘çılgın spekülasyonlar yapmayı bırakalım, ve herşeyi olduğu gibi yorumlayalım’ dediği bir zaman olduğunu düşünebiliriz. Bunun sonucunda İncil’e ilişkin net bir bakış açısı gelişti ve bilim ve en son olarak da bilimsel devrim ortaya çıktı.
Reform sonrasında, bilimsel devrim, sonrasında da aydınlanma geldi, bu da modern sekülerizme yol açtı. Bunun sonucunda amaca dair tüm fikirler reddedildi ve ruhu olmayan, makine gibi olan bir evren fikri ortaya çıktı.
Ama şu anda, daha önce de dediğim gibi, biyoloji ve fizik, terminolojimize amaç ve teleoloji fikrini geri getiriyor. Fizik dünyasında ‘ince ayar’ olarak bilinen benzer bir kavram var; öyle ki bu kavrama göre sadece biyoloji değil tüm evren bir amaç üzere tasarlanmış görünüyor.
Birçok modern insan akıllı tasarım hareketinin bizi eski ‘batıl inanç’ günlerine geri götüreceğine ve bunun sonucunda her yerde alamet aramaya başlayacağımıza inanıyor ve bundan korkuyor.
Ama son iki yüzyıldır, reform hareketinden sonra, birçok önde gelen bilim adamı, hatta çoğunluk dindar kişilerdi, ve Allah’ın doğadaki amacını görebilmişlerdi, ve bu sırada asla bir batıl inanış içine girmemiş, bilimlerini yaparlarken son derece dikkatli davranmışlardı.
Aşağıda size bazı bilim adamlarından bahsedeceğim, detaylı olarak tüm alıntıları okumayacağım ama bu alıntılar, tasarımın var olduğunu düşünmenin mistisizm ya da batıl inanca yol açmayacağını gösterecek.
İlk örnek Isaac Newton. Birçok kişi Isaac Newton ve modern bilimin birçok kurucusunun Allah’a inanan Hristiyanlar olduğunu bilmez. Bu sadece isimde kalan bir inanç değildi. Isaac Newton’ın Allah inancı çok güçlüydü; öyle ki bilim hakkında iki kitap yazmışken teoloji hakkında dört kitap yazmıştı. Allah inancı çok güçlüydü ve inancını bilimine taşıdı. Örneğin bu alıntılarda Newton aslında Allah’a inanmayan kişilerle dalga geçiyor ve bu kişilerin akılsız olduğunu, ateizmin saçma olduğunu söylüyor.
William Harvey, birçok kişi tarafından modern tıbbın kurucusu olarak bilinir. Allah’a olan inancını biliminde ilerlemek için bir yol gösterici olarak kullandı. Örneğin insan vücuduna bakarak kan dolaşım sisteminin nasıl çalıştığını anlamak istiyordu. Allah inancı olduğu için vücudun çok iyi dizayn edilmiş olduğunu düşündü, örneğin ne işe yaradığını bilmediği birşeyler bulduğunda, örneğin kalp kapakçıklarını bulduğunda, bunların iyi bir amacı olduğunu düşündü ve ters mühendislik uygulayarak sistemin nasıl çalıştığını ortaya çıkardı. Yazılarında açık bir şekilde bu kadar kapakçığın bir tasarımın eseri olması gerektiğini düşündüğünü ve daha sonra bu nedenle kapakçıkların amacını anlamak için harekete geçtiğini anlatıyor.
Çok ünlü bir matematikçi olan Blaise Pascal, ki o da çok dindar bir Hristiyandı, şöyle demişti:
İnsanlar dini hakir görüyor; hem nefret ediyor hem de doğru olmasından korkuyorlar. Bunu düzeltmek için işe öncelikle dinin akla ters düşmediğini göstererek başlamamamız gerekir. Ve dini inanışları hakkında birçok şey yazdı.
Leibniz, kalkülüsün babası. Aslında Newton’da kalkülüsün babası olduğunu iddia etmişti ve aralarında bu konuda bir tartışma olmuştu. Leibniz, doğayı izlemenin insanı Allah’ın yaratmasına götüreceğine inanıyordu. Şöyle diyor: ‘eserlere bakarak eseri meydana getireni anlayabiliriz’.
William Thompson, daha sonraki adıyla Lord Kelvin, termodinamiğin babası sayılır, o da çok dindar bir Hristiyan’dı ve varlığımızın, doğanın, rasgele bir atom kalabalığından ibaret olmadığının bir kanıtı olduğunu söylerdi. Bilim insanlarının bir yaratıcı olup olmadığına dair düşünmelerinin, sadece ölü madde değil beyin ve ruhları olan insanların var olmasının, bu insanların birşeyler düşünüyor olmasının bile tek başına kanıt olduğunu söylerdi. Çünkü biz kör değiliz, bir amacımız var, bir anlamda bu da evrenin bir amacı olduğunu kanıtlıyor. Çünkü amaç yoktan ortaya çıkmaz.
Ve son olarak, bir tane daha var, bu yüzyıldan, aslında 20.yüzyıldan. Uzay yolculuğunun babası Wernher von Braun. Şöyle diyor: ‘Sonu olan insanın, her zaman ve her yerde nazır olan, her şeyi bilen, her şeye kadir ve sonu olmayan Allah’ın varlığını kavraması mümkün değildir ... Allah’ı sonsuz iyi ve sonsuz hikmet sahibi, sonsuz akıl sahibi olan ve Kendini yarattıkları yoluyla gösteren bir irade olarak inanç yoluyla Kabul etmenin en doğru seçenek olduğuna inanıyorum.
Gördüğünüz gibi tüm bu bilim insanları Allah’ın etrafımıza bakılarak anlaşılabileceğini söylüyorlar. Sadece "rasyonel bir adım at" demiyorlar, "Allah'ın yarattıklarından ötürü inan" diyorlar. Örnekler çok fazla. Örneğin şahsen tanıdığım ve soğuk atomlar üzerindeki çalışmaları nedeniyle Nobel ödülünü kazanmış olan Dr. Bill Philips. Yani Allah’a inanmanın, Allah’ın her şeyi bir amaçla yarattığına inanmanın, iyi bilim yapmanın önünde bir engel olmadığını gördük. Tam aksine, bu bahsettiğimiz bilim insanlarının çok güzel bilim yapmasına vesile oldu.
Sonuç olarak, biyoloji ve biyofiziğin hızlı bir şekilde, özellikle canlı sistemlerde olmak üzere, herşeyde iyi bir tasarım olduğu düşüncesine, yani herşeyin bir amaçla tasarlandığı düşüncesi, yani teleolojiye doğru gittiğini görüyoruz. Sistem biyolojisi gibi birçok biyoloji dalında bir konu anlatılırken aslında evrime çok az atıfta bulunur, genelde ilk paragraflarda bahsedilir ve ‘tabi ki evrim buna yol açtı’ gibi bir cümle kurulur, ama bunu der demez hemen arkasından tasarımdan bahsetmeye başlarlar. Ve canlı sistemlerde herşeyin çok iyi tasarlandığını varsayarak ters mühendislik yaparlar. Bunu yapan bilim insanları çoğunlukla inançsızlar. Sorulduğunda bu iyi tasarımın uzun süre devam eden kör evrimden kaynaklandığını söylüyorlar, ama biraz önce de bahsettiğim gibi bunun nasıl mümkün olabileceğini kimse gösteremedi. Benim sayısal simülasyonlarım da doğal seleksiyonla böyle birşey olmasının mümkün olmadığını gösterdi.
Dolayısıyla bu konuda hala tartışmalar var. Bu tartışmaların çoğunluğunun kökeninde bilimsel düşüncede Allah’ın rolünün kabul edilmesinin mistisizm ve hurafeye dönüşe yol açacağı korkusu var. Ancak böyle olmak zorunda değil. Bilakis, bilimsel devrim dindar Hristiyanlardan, inançlarını ve Allah’ın yarattığı dünyayı rasyonel olarak düşünen insanlardan geldi. Teleolojiye inanç iyi ters mühendisliğe yol açabilir. Teşekkür ederim.