-Dünyayı koruyan yeni bir katman keşfedildi.
- Yağ yaktığımızda ısı mı yoksa enerji mi oluşturuyoruz?
- Altın oran ve sanatın birleştiği muhteşem görüntüler
- Kendinizi neden gıdıklayamazsınız?
- Uykucu kedilerin tamamı haftanın sevimlisi videosunda...
- Beyin neden ve nasıl yanılır? Bu testi kaçırmayın!
- Yeni bulunan 2.4 milyar yaşındaki bakteri fosili
- Göç eden kelebeklerin gizemi keşfedildi.
- 8 yaşındaki Aidan'ın muhteşem dans performansı...
A9TV Televizyonu Adnan Oktar Harun Yahya Sohbetler Belgeseller A9 TV Yeni Frekansımız: Türksat 3A Uydusu FREKANS: 12524 Dikey Batı Sembol Oranı: 22500
HARİKA BİLİM 6. BÖLÜM
SUNUCU: Harika Bilim’e hoş geldiniz. Bu bölümde yine sizler için bilim Dünyasındaki son gelişmeleri, merak uyandıran soruların cevaplarını, son günlerin en çok izlenen videolarını, uzaydaki son keşifleri ekrana getireceğiz. Dopdolu bir içerikle Harika Bilim başlıyor.
Dünyamızı koruyan görünmez kalkanların varlığı biliniyordu. Ancak geçtiğimiz günlerde bilim insanları ikinci bir koruma kuşağının varlığını keşfettiler. Bu kuşaklar Güneş’ten Dünya’ya gelen zararlı ışın ve parçacıkları tutuyor. Önce Güneş’ten gelen bu parçacıklar nedir, Dünya’ya nasıl zarar veriyorlar, izleyelim.
DIŞ SES: Saniyede 450 km hızla ilerleyen Güneş rüzgârıyla, çok sayıda yüklü parçacık uzayda her yöne saçılır. Ancak Dünyayı bu tehlikeli parçacıklardan koruyan bir kalkan var; Van Allen Kuşağı. 1958 yılında James Van Allen ve öğrencileri, Dünya’nın çevresini saran, elektrik yüklü bölgeyi, gözlemlemeyi başardılar ve bu kuşaklara, Van Allen Radyasyon Kuşakları adı verilir. Manyetik alan çizgileri, Kuzey Kutbu’dan çıkar, dev yaylar halinde Dünya’nın çevresine yayılır ve Güney Kutbu’nda tekrar Dünya’ya girer. Güneş’ten Dünyamıza gelen öldürücü kozmik ışınlar yüklü parçacıklar Dünya’nın etrafındaki bu koruyucu kalkanı geçemezler.
SUNUCU: Bu koruyucu Van Allen kuşaklarının varlığı oldukça önemlidir. Çünkü bilim insanları Güneşten, Dünyamıza gelen zararlı ışınların, Hiroşima’ya atılan atom bombasının 100 milyar katına eş değer olduğu hesapladı. Eğer bu koruyucu kuşaklar olmasaydı Dünyamız Güneş patlamalarının yıkıcı etkisiyle sürekli harap olabilir ve bu durum yaşamı imkansız hale getirirdi.
Evet, Dünyamızı uzaydaki tehlikeli ışınlar ve parçacıklara karşı koruyan Van Allen kuşağının keşfinden yaklaşık 50 sene sonra bu kez bilim insanları, Dünya’nın etrafındaki bir başka koruyucu kalkanların varlığını keşfettiler. Peki, bu koruyucu kalkanların özellikleri nedir? İzleyelim.
DIŞ SES: Geçtiğimiz aylarda Colorado Boulder Üniversitesi’nden bir bilim ekibi Dünya’nın 11 bin 500 km üstünde, ışık hızına yakın hızda dönerek uydulara zarar veren, astronotlar için hayati tehlike oluşturan elektronları durduran bir kalkanın varlığını keşfettiler. Bu kalkan Van Allen kuşaklarının arasında ara sıra belirip, ara sıra kayboluyor ancak çok hayati bir görevi var. Colorado Üniversitesi Atmosfer ve Uzay Fiziği Laboratuvarı yöneticisi Prof. Daniel Baker, bu kalkanın işlevini şöyle anlatıyor: "Sanki bu elektronlar, uzaydaki bir cam duvara çarpıyorlar. Bu elektronları engelleyen görünmez bir kalkan var". Baker’a göre elektronların yavaş ve kademeli bir süreçte hareket etmeleri gerekirken, bu kalkanla karşılaştıklarında nasıl böyle kesin ve kalıcı bir sınırda durdukları henüz bilinmiyor.
SUNUCU: Bundan yaklaşık 60 yıl önce varlığı keşfedilen Van Allen kuşakları Dünya’daki yaşamın devam edilebilmesi için olmazsa olmaz. Ancak bugün görüyoruz ki Dünya’yı koruyan tek kalkan Van Allen kuşakları değil. Bilim ilerledikçe yaşadığımız evrendeki ince ve hassas yaratılışı daha iyi anlayabiliyoruz. Yeni keşfedilen bu koruma kalkanının işleyiş prensibi henüz tam olarak anlaşılamadı ancak bilinen bir gerçek var ki Güneş’ten hızlı gelen zararlı parçacıklar bir kale duvarına çarpıyor gibi aniden bu alanda duruyor. Belki önümüzdeki yıllarda bu koruma kalkanının nasıl olup da Hiroşima’ya atılan atom bombasının 100 milyar katı gücündeki ışınları etkisiz hale getirdiği keşfedilecek. Ancak bu yeni keşif bize bir kez daha evrendeki her parçanın müthiş bir uyum içinde yaratıldığını gösteriyor.
Şimdi sırada haftanın en ilgi çeken bilim videosu var. Güneş’ten gelen zararlı ışınlardan bahsetmişken, NASA’nın yeni yayınladığı bu filmi görmeden olmaz. 6 yıllık bir çalışmanın eseri olan bu filmde NASA her 8 saatte bir aldığı görüntü ile Güneş patlamalarını hızlandırılmış çekim haline getirdi. Ve bakın ortaya nasıl etkileyici bir görüntü çıktı.
SUNUCU: Yakından izleyince Güneş’in Dünya’nın yanı başında duran bir ateş topu olduğunu görmek mümkün. Allah’a çok şükür ki bu ateş topunun yalnızca güzelliklerinden faydalanıp, zararlı etkilerini hiç hissetmiyoruz.
Şimdi sırada eminim cevabını hepinizin merak ettiği bir soru var? Kilo verdiğimizde vücudumuzdaki yağlar nereye gider? Aslında bu sorunun yöneltildiği pek çok doktor, diyetisyen ve antrenör de doğru cevabı bilemedi. Yağ yaktığımızda ısı mı, yoksa enerji mi oluşturuyoruz, yoksa halk arasında söylenildiği gibi yağlar kasa mı dönüşüyor? İngiliz Medikal Dergisi’nde sonuçları yayınlanan bu araştırmada doktorlara şu soru yöneltildi; Kilo verdiğimizde yağlarımız nereye gider? Pek çoğu enerji veya ısıya dönüştüğü yanıtını verdi. Ancak gerçekler böyle değil. İzliyoruz.
DIŞ SES: İngiliz bilim insanlarının yaptığı araştırmanın sonuçlarına göre bir kişinin 10 kilo yağ yakabilmesi için 29 kilo oksijen elde edecek şekilde nefes alması gerekiyor. Bu metabolik işlem ile yağın yanması sonucunda 28 kilo karbondioksit ve 11 kilo su oluşuyor. Kısaca vücudumuzda yakılan 10 kilo yağın 8.4 kilosunu nefesimizle, 1.6 kilosunu ise gözyaşı, terleme ve diğer vücut sıvılarıyla atıyoruz.
SUNUCU: Evet, nefes alıp vererek bile yağ yakabilirsiniz ama tabi siz yine de sporu aksatmayın. Peki, vücudumuz neden yağa ihtiyaç duyuyor? Her ne kadar fazlası zararlı olsa da, yağlar mutlaka vücutta bulunması gereken organik bileşiklerdir. Çünkü yağlar sağlıklı yaşayabilmemiz için hücre zarında ve bazı hormonların yapısında olmak zorundadırlar. Bunun yanında kanın pıhtılaşması ve suda çözülmeyen vitaminlerin emilimi için de yağların olması şarttır. Tabi enerji sağladığını ve vücudumuzun ısı kaybını engellediğini de hepimiz biliyoruz. İşte bu nedenle sağlık uzmanları, zeytinyağı, hayvansal yağlar gibi molekül yapısı bozulmamış faydalı yağların belirli ölçüde tüketilmesini mutlaka tavsiye ediyorlar.
Şimdi sanat ve matematiğin birleştiği muhteşem bir video izleyeceksiniz. Evet, ekranda gördüğünüz bu maket yıldız çiçeği gibi altın orana sahip çiçeklerden esinlenerek hazırlanmış. Ancak bu videoyu etkileyici kılan kullanılan teknik. Gördüğünüz çiçek maketi saniyede 550rpm ile dönüyor. Bunu kaydeden kamera ise saniyede 4000 kez resim çeken süper hızlı bir kamera. İzlediğiniz bu görüntüler saniyede 24 kare oluşturacak şekilde kayda alınmış. Peki, bu rakamlar da nedir derseniz, bunlar, doğadaki muhteşem yaratılışı gösterebilmek için seçilmiş özel rakamlar. Kameranın çekim hızıyla, çiçek figürünün dönüş hızı öyle özel ki, figürlerin her 137,5 derecelik dönüşünde kamera bir resim yakalıyor. İşte bu sayede çiçeklerin açarken nasıl mükemmel bir matematiğe sahip olduğunu izleyebiliyoruz. Normal şartlarda doğadaki bu değişim uzun saatler, günler, kimi zaman haftalar içinde gerçekleştiği için bu muhteşem sanatı anı anına izleme imkanımız yok. Ama görüyorsunuz matematikçiler, sanatçılar, animasyon yapımcıları bir araya geldi ve doğanın yaratılışındaki bir harikalığı daha görme imkanımız oldu.
DIŞ SES: Kendinizi neden gıdıklayamazsınız? Bilim insanları bu sorunun cevabını buldu. Birazdan...
SUNUCU: 2015 yılının ilk aylarında paleontoloji alanında önemli keşifler oldu. Bunlardan biri de birazdan detaylarını izleyeceğiniz bakteri fosili. Avustralya’da bulunan bu bakteri fosilini bu kadar önemli kılan özelliği yaşı. Tam 2 milyar yaşında. Bu oldukça önemli çünkü bu bakteri fosili bize, 2 milyar yıl önceki canlılar dünyası hakkında bilgi veriyor. O halde hiç vakit kaybetmeden bu haberin özetlerini izleyelim.
DIŞ SES: Batı Avustralya’nın derin sularındaki bir çamur fosilinin içerisinde 2 milyar yıllık evrim geçirmemiş sülfür bakteri gruplarına rastlandı. Bu derin deniz mikro organizmaları doğadaki sülfür dengesini sağlayarak yaşıyorlar. Sülfür bakterileri denizdeki canlılar için zehirleyici etkisi olan hidrojen sülfürü etkisiz hale getirirler. Bu esnada ihtiyaçları olan besin ve enerjiyi de temin ederler. Bu aynı, yüksek oranda olduğunda bizim için tehlikeli olan karbon dioksiti bitkilerin kullanıp, dışarıya oksijen vermeleri gibi bir durum. Burada da sülfür bakterileri deniz canlıları için zararlı olan hidrojen sülfürü, su ve çeşitli sülfatlara dönüştürürler. Denizlerde yaşam için hayati olan bu kimyasal işlemin gerçekleşmesi, kükürdü işleyebilen özel bakterilerin varlığı dışında mümkün değildir.
SUNUCU: Evet, bugün canlı yaşamı için sülfür bakterilerinin varlığı nasıl şart ise bundan 2 milyar yıl önce de sülfür bakterileri aynı görevi yapıyorlardı. Yeni bulunan bu fosil örneğinde de görüyoruz ki bugün yaşayan sülfür bakterileriyle bundan 2 milyar yıl önce yaşayanlar hem fiziksel hem de fonksiyonel açıdan birbirlerinin tamamen aynısıydı. Peki, o halde canlılar dünyasında yaşandığı iddia edilen evrim nerede? Evet, aynı soruyu bu fosil bakteriyi bulan bilim insanları da sordu ve bakın ne cevap verdiler?
DIŞ SES: “Hayret verici şekilde hayatın 2 milyar yıldan fazla bir süredir evrimleşmemiş olduğunu görüyoruz, yani nerdeyse Dünya’nın yaşının yarısı kadar. Dünya'nın yaşının neredeyse yarısına denk gelen sürede bir canlının evrim geçirmemesi inanılmaz.” J. William Schopf. Los Angeles Kaliforniya Üniversitesi
"Fosillerin içinde gördüğümüz bu mikroplar neredeyse bugün okyanuslarda gördüklerimiz ile aynı. Biçimleri aynı ve yine aynı kimyasal işlemleri yapıyorlar." Prof. Michael Walters, New South Wales Üniversitesi
SUNUCU: Evet bilinen ezberleri yıkan bu keşifte bilim insanları, bakteri fosillerini analiz etmek için spektroskopi ve lazer taramalı mikroskop gibi son teknolojiler kullandılar. Bu sayede 2 milyar yıllık bakteri fosillerinin çok detaylı fiziksel ve kimyasal analizini yaptılar. Ortaya çıkan sonuç çok net. Bu bakteriler bundan 2 milyar yıl önce aynı bugün olduğu gibi kompleks kimyasal işlemler yapıyorlardı. Doğada bulunduğu haliyle zehirli bir kimyasal olan hidrojen sülfürü ayrıştırarak zararlı etkisini ortadan kaldırıyorlardı. Paleontoloji biliminin bulguları olan fosiller bize bu keşifte de bir kez daha gösterdi ki 2 milyon, 100 milyon, 500 milyon hatta 2 milyar yıl boyunca canlılar dünyasında herhangi bir değişiklik yani evrim yaşanmadı.
Şimdi sırada haftanın sevimlisi bölümü var. Bu hafta bir değil birçok sevimliyi ekrana getiriyoruz. Ve bunların hepsi uykucu. Birlikte izleyelim.
SUNUCU: Sırada merak ettiğiniz o sorunun cevabı var. Kendinizi neden gıdıklayamazsınız? Evet, insan kendini gıdıkladığında hiçbir etki oluşmazken, başka birisi aynı şekilde davrandığında bu dayanılmaz bir hal alır. Nörologların araştırmalarına göre bunun çok önemli fizyolojik bir nedeni var. Eğer her hareket ettiğimizde farklı duyumlara kapılıp kafamız karışsaydı, ya da yürürken elimiz bacağımıza her değdiğinde biri bize vuruyormuş gibi hissetseydik bu hayatımızı oldukça zorlaştırırdı. Zihnimizde kendi hareketlerimizle başkalarının hareketleri arasındaki farkı ayırt edebilmemizi sağlayan bir sistem var. Öyleyse bakalım işin sırrı neymiş?
DIŞ SES: Beynimizde kendi hareketlerimizle başkalarının hareketleri arasındaki farkı ayırt edebilmemizi sağlayan sistemi çözmek için araştırmacılar şöyle bir deney yaptılar. Deneklerin avuç içleri önce kendileri sonra başkaları tarafından gıdıklanırken beyinleri tarandı. Buna göre beyincik bir uzuvlarımızı hareket ettirirken bu hareketlerin neler olacağına dair öngörüde bulunuyor. Dokunmakla ilgili duyular işlemden geçiriliyor. İlk sinyal işleme alınırken, ikinci sinyal beyinin korteks bölgesinde geri plana itiliyor yani baskılanıyor. Bunun sonucunda kişi kendisini gıdıklasa da yoğun şekilde hissetmiyor.
SUNUCU: Beyin bir kez daha muhteşem işleyişini gösteriyor. Bilim insanları beyindeki süper yaratılışı keşfetmek için bu kez deneyi bir aşama daha geliştirdiler. Beyni aldatarak kişinin kendini gıdıklaması mümkün mü sorusuna cevap aradılar. Özel bir gözlük ile deneklerin kendilerini farklı biri olarak görmeleri sağlandı ancak yine de vücutlarında herhangi bir gıdıklama duygusu hissetmediler. Bu şu anlama geliyor başka biri gibi bile hissetseniz kendinizi gıdıklamanız mümkün değil. Çünkü benliğimizi sadece görsel değil pek çok farklı duyunun yardımı ile biliyoruz. İşte bilinç, zihin, beyin böyle müthiş kompleks bir işleyişe sahip. Ve biliyor musunuz, bize çok olağan gelen bu durum, en akıllı robot da bile taklit edilerek oluşturulamayan bir özellik. Unutmayın bedenimizdeki bu harika işleyiş Allah’ın bize sunduğu çok önemli, çok değerli bir nimet.
SUNUCU: Sırada doğanın narin süsleri, kelebekler var. Oldukça sıra dışı bir yaşam döngüsüne sahip kelebekler hakkında duyacaklarınıza şaşıracaksınız. Önce izleyelim, sonra devam edeceğiz.
DIŞ SES: Bahçelerin en dikkat çeken türlerinden biri olan diken kelebekleri, Afrika kıtası ile İngiltere arasında göç eden bir türdür. Bu tür, Türkiye dahil olmak üzere kuzey yarım kürenin pek çok bölgesinde görülür. Göç yollarının tamamı henüz tespit edilmiş değildir. Yakın zamana kadar bu kelebeklerin sadece Afrika’dan İngiltere’ye doğru tek yönlü göç ettikleri düşünülüyordu. Ancak 2009 yılında diken kelebeklerinin göçünü izleyen araştırmacılar, kelebeklerin geldikleri yönü geri döndüklerini keşfettiler. Daha önceleri bu geri dönüş göçü fark edilememişti. Çünkü kelebekler narin yapılarından beklenmeyecek bir performansla yerden 500 metre yukarıda yol alıyorlardı. Bugün artık günümüz radar teknolojisiyle kelebeklerin bu göç yolunda yaklaşık 11 bin kilometrelik yol kat ettiklerini biliyoruz.
SUNUCU: Peki bu küçük canlı nasıl oluyor da kıtalar arası uçuş yaparak, ne zaman, nereye gitmesi gerektiğini biliyor? Yapılan araştırmalar, diken kelebeklerinin bu yolculuğu yapmaya elverişli olarak yaratıldıklarını gösteriyor. Hava sıcaklığı, gün uzunluğu, beslendikleri bitkiler bile onların kuzeye mi yoksa güneye mi gideceklerini belirlemede etkili. Peki, bu bilgi bir nesilden diğerine nasıl aktarılıyor? İşte bu henüz cevabı bulunamamış bir yaratılış sırrı.
Beynimiz bilgiyi nasıl algılıyor? Bu sorunun cevabı henüz verilemedi. Hatta insan beyni kendini çözmeye pek de yakın görünmüyor. Ancak bilim insanları çeşitli deneylerle bu soruya cevap arayışını sürdürüyor. Peki, bugün gelinen noktada öğrenmeyle ilgili neler biliyoruz?
DIŞ SES: Bilgi beynimizde 2 farklı şekilde işleniyor. Örneğin mutlu bir insan resmine baktığımızda bunu beynimiz hemen değerlendiriyor. Güldüğünü ve keyif aldığını hemen anlıyoruz. Buna hızlı düşünme deniliyor. Karşımıza karmaşık bir matematik problemi çıktığında ise bunu anlıyoruz ama cevabı bulmamız biraz zaman alıyor. Bu esnada kişinin göz bebekleri büyüyor, kaslar geriliyor, kalp atışları hızlanıyor. İşte bunlar yavaş düşünmenin belirtileridir.
SUNUCU: Evet insanın aceleciliği beyinde başlıyor. Beynimiz genellikle ilk olarak hızlı düşünme sistemi ile düşünmeye eğilimli yaratılmış. Gördüğümüz şeylerde sıklıkla göz yanılması yaşamamızın nedeni de bu. Aslında yavaş ve sakin düşünerek göz yanılması yaşamayabiliriz. Şimdi ekrandaki resme bakalım. Sizce buradaki şekiller aynı boy mu? Değil gibi görünüyorlar ama aslında aynı uzunluktalar. Şaşırtıcı. Diğer resmi görelim. Resimde en büyük figür hangisi? Her üç figür de aynı boyutta olmasına rağmen resimde kullanılan derinlik ve perspektif ilk planda bizim resmi 3 boyutlu olarak algılamamıza neden oluyor. Peki, bu hissi veren çizgiler ortadan kalktığında ne oluyor? Evet, ancak yavaş ve dikkatli düşündüğümüzde bunun akıllıca bir teknik kullanılarak iki boyutlu düz bir zeminde çizilmiş bir resim olduğunu anlıyoruz.
Şimdi bir oyun oynayalım… Yavaş ve dikkatli düşünmeye çalışarak, ekranda göreceğiniz her bir rakama ayrı ayrı 1 eklemeye çalışın. Örneğin dört, altı, üç, sekiz... Her rakama 1 eklediğimizde beş, yedi, dört, dokuz... Evet, bu şekilde. Hazırsanız başlayalım… Evet, sanırım çoğunuz doğru rakamları buldu. Fark etmeseniz de bu hızlı karar verme işlemini yaparken göz bebekleriniz büyüyor, kalp atışlarınız hızlanıyor. Ama asıl ilginç olan bu işlem sırasında bütün dikkatinizi vermenize rağmen kısmen körsünüz. Çünkü insan bir konuya çok fazla dikkat verdiğinde diğer konulara olan dikkati zayıflıyor ve hatta bazen tamamen ortadan kalkıyor. Örneğin siz hesabı yaparken ekrandaki sayıların rengi değişti, doğru cevaplar aslında aşağıdaki köşede yer aldı. Ama eminim bunlar çoğunuzun dikkatini çekmedi.
Şimdi size belki daha önce de duymuş olduğunuz basit bir soru soracağım. 5 tanesi 5 kuruş olan 5 yumurta kaç kuruş eder? 25 diyenleri duyuyor gibiyim. Evet, 25, bu soruya hızlı ve detaylı olmayan beyin aktivitesinin verdiği cevap. Ancak çoğu insan dikkatini biraz daha keskinleştirdiğinde aslında doğru cevabın 5 olduğunu hemen fark eder. Evet, bunun gibi gün içinde ufak hileler olan sorularda yanılma ihtimali çok yüksek olsa da aslında hızlı düşünmek bize günlük hayatımızda birçok avantaj sağlıyor. Çünkü gün içinde karşımıza çıkan her konuda detaylı ve uzun düşünmemiz gerekseydi yaşamak çok zor olurdu. Düşünsenize hangi ayağımızı kaldırıp yürüyeceğimize karar vermek, elimizi nereye koyacağımızı sürekli düşünmek ve bunlar gibi binlerce detayı gün içinde hiç düşünmeden otomatik olarak yapıyoruz. Çoğunda da hızlı ama en doğru kararı veriyoruz. İşte bu beyin-vücut koordinasyonun bize sunduğu müthiş bir konfor. Eğer vücut sistemimiz, organlarımız bu denli birbiriyle uyumlu, orantılı yaratılmasıydı, her detayı biz tek tek kontrol ediyor olsaydık, bu hayatımızı yaşanamaz hale getirirdi.
Bu hafta da süremizin sonuna geldik. Programı internette izlenme rekorları kıran 8 yaşındaki Aidan Prince’ın muhteşem dans şovundan görüntülerle kapatıyoruz. Unutmayın bize soru ve fikirlerinizi Twitter’da @harika_bilim adresine yazabilirsiniz. Ayrıca Harika Bilim’in kısa videoları ve fotoğraflarına Instagram’daki @harikabilim hesabını takip ederek ulaşabilirsiniz. Bir sonraki bölümde görüşmek üzere. Hoşçakalın.