DÜNYANIN EN ESKİ CANLILARI
2013 yılında Avustralya’nın kum taşları içerisinde, fosilleşmiş bir eko sistem ortaya çıkarıldı. Araştırmacı Nora Noffke ve ekibinin yaptığı çalışmada, bundan 3,48 milyar yıl önce şimdiki gibi özelliklere sahip siyanobakterilerin varlığı ispatlandı. Günümüzdeki akrabaları ile aynı özelliklere sahip olan bu bakteriler, dünyanın bilinen en yaşlı sakinleri.
Bakteriler de tüm canlılar gibi kendilerine evler inşaa ederler. Evleri genellikle taş ve tortuların içerisine ipliksi katmanlar halinde yerleşmeleri sonucu oluşur. Bu evler genelde yuvarlak, bazen suyun altında bazen de üstünde bulunan kaya parçalarına benzerler. Bu yapılara stromatolit adı verilir. Stromatolitler genellikle kalsiyum ve karbonattan zengin bölgelerde oluşurlar.
Siyanobakteriler diğer adıyla mavi-yeşil algler, oksijen olmayan ortamda fotosentez yaparak yaşayabilen canlılardır. İnsanlar ya da hayvanlar güneş enerjisini besine çeviremez ama siyanobakteriler aynı bitkilerde olduğu gibi güneş enerjisinden besin üretirler ve bu sırada atmosfere oksijen bırakırlar. Atmosferdeki oksijenin yarısından fazlasını mavi-yeşil algler üretir. Fakat bu işlem hiç kolay değildir. Fotosentez her basamağında çok sayında enzimin görev aldığı, çok hassas dengelere bağlı bir dizi reaksiyon ile meydana gelir.
Dünyanın çeşitli yerlerindeki stromatolitleri inceleyen Noffke ve ekibinin keşfettiği en eski stromatolitin içerisinde de 3,48 milyar yaşındaki siyanobakteriler bulunuyordu.
Ve günümüzdeki akrabaları ile neredeyse aynı özelliklere sahip olduklarını keşfettiler. Fotosentez işleminin detayları, siyanobakterilerin karmaşık yapıları ve aradan geçen milyarlarca yıl göz önüne alındığında değişiklik olmamış olması ve fosilleşmiş bakterilerin bugünkü akrabalarına neredeyse birebir benzemesi, evrimin gerçekleşmediğini çok açık şekilde ortaya koyuyor.
Fosil kayıtlarına baktığımızda bakterilerde hiçbir değişimin olmadığını görüyoruz. Peki bu ne anlama gelir?
Evrim teorisi, canlıların bugün gördüğümüz hallerinin çok sayıda değişim sonrasında ortaya çıktığını, yani canlıların günümüze dek değişerek geldiğini iddia eder. Dolayısıyla Darwinistlerin iddiaları doğru olsa, canlılık tarihinin tek somut kayıtı ve kanıtı olan fosillerin bize bu değişimi mutlaka göstermesi gerekir. Eğer evrim yaşandıysa, canlıların örneğin bir atın bugünkü haline kavuşana kadar geçtiği aşamaları fosil kayıtlarında görebilmeliyiz. Fosil kayıtlarında değişim yoksa evrim diye bir süreç de yaşanmamış demektir. Peki fosillere baktığımızda ne görürüz? Bugüne kadar elde edilmiş 600 milyondan fazla fosil vardır ve 600 milyon fosilin hiçbirinde herhangi bir değişim, yani evrime delil görülmemektedir. Fosiller canlıların on milyonlarca yıl geçse de hiç değişmeden varlığını devam ettirdiğini, yani evrim geçirmediğini ispatlamıştır. İşte Darwinistlerin iddialarını yıkan fosil örneklerinden biri de on değil yüz değil milyar yıllık bakteri fosilleridir. Bilinen en eski bakteri fosili 3.48 milyar yıl yaşındadır. Ve 3.48 milyar yıl geri gittiğimizde, fosil bakterilerle günümüz bakterileri tıpatıp aynıdır.
Üstelik, evrimcilerin kendilerince “ilkel” olarak nitelendirdiği bakteriler ilkel olmaktan oldukça uzaktır… Bakteriler adeta kimya laboratuvarı gibi çalışır, bilim adamlarının ileri teknolojiye sahip laboratuvarlarda yapabileceğinden çok daha kompleks reaksiyonlar gerçekleştirirler. Ve bunu milyarlarca yıldır, yaratıldıkları ilk günden beri aynı profesyonellikte yapmaya devam ederler. Görünmez dünyanın en yaşlı canlılarını inceleyen bilim insanları ilkel nitelendirmesiyle yanıldıklarını çoktan anladılar. Bulunan her yeni bulgu bakterilerdeki kompleks yapıyı gün ışığına çıkarıyor. Tüm bunlar da bakterilerin ilk var oldukları andan itibaren bugünkü özellikleriyle yaratıldıklarını kanıtlıyor.