Düşündüren Gerçekler 02 / Hami Ahlaklı İnsan Olmanın Önemi

‘Hami’ Ahlaklı insan Olmanın Önemi

Herkese iyi akşamlar diliyorum. Bugün yine, aslında her insanın günlük hayatında mutlaka karşılaştığı, ancak belki de üzerinde durup da çok düşünmediği veya adını koymadığı bir başka önemli konudan bahsedelim istiyorum.

Bilirsiniz bazı insanlar vardır, çevrelerindeki hemen herkes tarafından çok sevilirler. İşte bu sevginin en önemli sebeplerinden biri ise, bu kişilerin ‘bulundukları her yerde, mutlaka hep ‘hami’ konumunda olmaları’dır.

‘Hami’ kelimesi, ‘himaye eden, koruyan, gözeten’ anlamındadır. Bu ahlakı gösteren kimseler, bulundukları her ortamda, şefkat, merhamet, ilgi alaka, koruyup kollama konularında dikkatleri en açık olan ve bu ahlak özelliklerini en yoğun şekilde gösteren insanlardır.

Hiç kimse bu kişileri, “Sen bulunduğun yerdeki tüm insanları koruyup kollamakla, karşılaşılan her türlü sorunu çözmekle ve tüm sorumluluğu kendi üstüne almakla sorumlusun” diyerek görevlendirmiş değildir aslında. Ancak bu kimseler, yüksek vicdanları, güçlü sorumluluk hisleri ve insanlara karşı duydukları yoğun sevgi ve şefkat duyguları nedeniyle, kendileri sessiz sedasız böyle bir göreve talip olurlar. Ama tabi ki gidip kimseye, “Ben böyle bir görev üstlendim. Ben sizi koruyup kollayacağım, herkese sahip çıkacağım” gibi bir açıklama da yapmazlar. Sadece doğal olarak, olaylar geliştikçe, imanları ve ahlakları gereği, adı konulmadan, sürekli olarak bu kişiliği gösterirler.

Hami ahlaklı olmak, pek çok konunun ve pek çok kişinin sorumluluğunu üstlenmek, elbette ki hiçbir şeyin sorumluluğunu üzerine almayan kimselerin durumuna göre çok daha zahmetli ve çok daha zordur.

Çünkü onlar bu ahlakı göstermekle, her şeyden önce, herkesten çok daha fazla yorulacaklardır. Ve belki bir çok kişinin hayatıyla kıyaslandığında, onların kendilerine ayıracak çok daha az vakitleri olacaktır. Ve hata yapma, beklentileri karşılayamama, istenilen çözümleri sağlayamama ya da insanları memnun edememe’ riskleri de üstlenmiş olacaklardır.

İşte zaten bir çok kimse de, bu yüzden böyle bir ahlak göstermeye pek yanaşmaz. Himaye eden koruyup kollayan konumunda olan bir insan olmanın, menfaatleriyle çatışacağını ve çıkarlarına zarar vereceğini düşünürler. Bunun yerine kendileri ‘himaye edilen, koruyup kollanan’ insan konumunda kalmayı, çıkarları açısından daha faydalı bulurlar.

Hatta zaten yine bu yüzdendir ki, toplumda bir çok kimse, böyle sorumluluk sahibi, herkese yardım eli uzatan, koruyan kollayan insanları, kendi avami tabirleriyle ‘enayi’ yani bir nevi ‘akılsız insan’ olarak nitelendirirler. Ancak işte bu yalnızca zahir gözle bakan insanların bakış açısıdır. Oysa elbette ki tam tersine, onlar bu üstün ahlakı göstermekle, olabilecek en yüksek aklı ve vicdanı ortaya koymaktadırlar. Ve olayları derin bir akılla değerlendiren insanlar da zaten, asıl akıllı ve kıymetli kimselerin bu hami karakterli kişiler olduklarını çok iyi görürler.

Bu insanlar, belki de görecekleri ihtimamı hak etmeyebilecek ahlaktaki kimseler için bile, kendi hayatlarındaki güzelliklerden feragat eder, kendi menfaatlerinden, konforlarından özveride bulunurlar.

Ve buna rağmen yaptıklarından dolayı hiçbir pişmanlık da duymazlar. Elbette herkesten çok daha fazla yorulduklarının; belki kimsenin farkında bile olmadığı detaylarla sadece kendilerinin ilgilendiğinin ve hatta çoğu zaman tüm bu yaptıkları için çevrelerindeki insanlardan hiçbir takdir görmediklerinin farkındadırlar. Ama onlar büyük bir kararlılıkla bu ahlak anlayışlarını sürdürürler. İhtiyaç içindeki insanlara yardım etmeyi, ortaya çıkan sorunları çözmeyi, kendi rahatlarından çok daha öncelikli görürler.

Neden mi?

Çünkü onlar tüm bunları yalnızca Allah’ın rızasını kazanabilmek için yaparlar. En doğru ve en güzel olan ahlakın bu olduğunu bildikleri için böyle yaparlar. “Niye hep ben, biraz da başkası yapsın” demenin Müslümanca bir tavır olmayacağını bilirler. “Az yapan karda, çok yapan zararda” gibi bir inançları da yoktur. Ya da “az fedakarlık yapan, az sorumluluk alan dinç kalır ve en akıllıca hareket etmiş olur. Çok çalışan, çok yorulan ise yıpranır” diye de düşünmezler. Aksine, sorumluluktan kaçanların zararda, kendilerinin ise hem dünyada hem de ahirette kazançlı olduklarına inanırlar.

İşte toplumda adı konulmayan, ancak herkes tarafından fark edilen bu insanların gösterdikleri üstün tavır, ‘Allah'ın rızasına en uygun olan ahlak’tır. Çünkü iman eden bir insan, imanı ve vicdanı gereği, hiçbir zaman için çevresinde olup biten olaylara karşı ‘seyirci kalamaz’. Yanındaki insanların bir ihtiyacı, hastalığı, yorgunluğu, mutsuzluğu, imani bir eksikliği veya Müslümanlar arasında süregelen bir anlaşmazlık, yaşanan bir zorluk ya da bir sıkıntı varsa, bunların her biri bu kimselerin ‘birinci dereceden sahiplendikleri’ konulardır.

Bu insanların önemli bir başka özelliği ise, bu üstün ahlakı gösterirken hiç kimseye rahatsızlık vermemeleri; her şeyi Kuran ahlakıyla, çok akılcı ve vicdanlı bir şekilde halletmeleridir. Üzerlerine gereksiz dikkat çekmeye çalışmadan, sorun çıkarmadan, çevrelerine ‘şu anda olağanüstü bir durum var ve ben bu hayati sorunu çözüyorum’ ya da ‘şu anda büyük bir fedakarlık yapıyorum’ gibi ilginç izlenimler de vermeden, hiçbir rahatsızlık oluşturmadan, olabilecek en yatıştırıcı ve en dinlendirici şekilde hareket ederler.

Tüm bunları yaparken bu kimselerin tavırlarında dikkat çeken bir başka önemli özellik daha vardır. Bu da onların hiçbir zaman için ‘kendilerini ön plana çıkarma’ gayreti ve beklentisi içinde olmamalarıdır. Amaçları, insanlar arasında ‘lider’ ya da ‘söz sahibi bir kişi’ konumuna gelmek, onlara ‘üstünlük taslamak’ ya da bu şekilde kendileri yücelterek ‘enaniyet duygularını beslemek’ değildir. Herhangi bir takdir veya övgü beklentisi içerisinde de değillerdir. Sadece fedakarane bir hami karakteri içerisinde, çevrelerindeki insanlara karşı şefkat, merhamet ve sevgiyle yaklaşma amacındadırlar. Hicr Suresi’nin 88. ayetinde Allah bu üstün ahlakı bize şöyle anlatmıştır:

Sakın onlardan bazılarını yararlandırdığımız şeylere gözünü dikme, onlara karşı hüzne kapılma, müminler için de (şefkat) kanatlarını ger.

İşte bu insanların gösterdiği ahlak bu ayetin hayata geçirilmesidir.

Ancak Hami karakterinin aksine, toplumdaki bazı insanlarda da tam tersi bir anlayış hakimdir. Bu kimseler de, sorunu ya da rahatsızlığı olan, yardıma ihtiyaç duyan bir kişi olduğunda, ona karşı şefkat ve merhametle yaklaşmak yerine, daha çok ‘kızgınlık’ duyarlar. Bu kişiyi kendi hayat konforlarını bozan, bir nevi bir ‘ayak bağı’ olarak görürler. Ona yardım etmektense, o kişinin kendi başının çaresine bakmasını ve hatta bunu yaparken de, bunu kendilerine hiç yansıtmadan, hiçbir rahatsızlık vermeden halletmesi gerektiğini düşünürler. Karşı tarafa güven verip yardım eli uzatmaktansa, öfkeli üsluplarla onu daha da tedirgin edecek ve sorunlarını daha da zorlaştıracak bir üslup kullanırlar.

Oysa ki aynı insanlar, kendileri için aynı şartlar söz konusu olduğunda, kendilerine sevgi, şefkat, hoşgörü ve anlayışla yaklaşılmasını isterler. Ve böyle bir sıkıntıları olduğunda hemen Allah’a yönelip bunu gidermesi için dua edip yakarırlar, allah’tan merhamet dilerler. İşte Allah Nur Suresi’nin 20. ayetinde insanlara bu gerçeği hatırlatarak, onları da birbirlerine de merhamet etmeye çağırmıştır:

Eğer Allah'ın sizin üzerinizde fazlı ve rahmeti olmasaydı ve Allah gerçekten Rauf (şefkat eden ve) Rahim olmasaydı (ne yapardınız)?

Çok iyi biliyoruz ki, tüm insanlar Allah'ın kendilerine olan şefkatine ve merhametine muhtaçtırlar. Ve her insan şefkatten, sevgiden, hoşgörüden hoşlanacak bir ruh ile yaratılmıştır. Öyleyse tüm insanlar, kendileri için aradıkları bu merhameti, başkalarına karşı da ellerinden geldiğince göstermeye çalışmalıdırlar.

Allah Kuran'da inananların ‘birbirlerinin velileri’ olduklarını bildirmiştir. İman edenlerin sorunlarını sahiplenmek, tedirgin etmeden onlara yardımcı olmak, en yanlış tavırlarında bile, Kuran ahlakının gerektirdiği şefkat ile hatalarını düzeltmeye çalışmak; herkesin yardımına ilk koşan, her türlü eksikliğe çözüm getiren, yardıma ihtiyacı olanın hiç düşünmeden ilk sığınacağı insan olabilmek, işte inananların bu ‘veli karakterleri’nin bir gereğidir.

Allah Tevbe Suresi’nin 71 ayetinde bu ahlakı gösteren kimseleri rahmetiyle şöyle müjdelemiştir:

Mümin erkekler ve mümin kadınlar birbirlerinin velileridirler. İyiliği emreder, kötülükten sakındırırlar, namazı dosdoğru kılarlar, zekatı verirler ve Allah'a ve Resûlü'ne itaat ederler. İşte Allah'ın kendilerine rahmet edeceği bunlardır. Şüphesiz, Allah, üstün ve güçlüdür, hüküm ve hikmet sahibidir.

 


A9TV Televizyonu Adnan Oktar Harun Yahya Sohbetler Belgeseller A9 TV Yeni Frekansımız: Türksat 3A Uydusu FREKANS: 12524 Dikey Batı Sembol Oranı: 22500