“Günlük hayatınızda yaşam adına yaptığınız her faaliyeti aslında protein denilen milimetrenin milyonda biri boyutlarındaki biyolojik makinalar yapmaktadır. "Protein" kavramı genellikle iyi bir beslenmeyi çağrıştırır. Çoğu kimse, bir insanın sağlıklı bir beden için yeterli miktarda protein alması gerektiğini duymuştur, ama bundan daha fazlasını pek bilmez. Oysa proteinler, bize önemli gerçekler gösteren mucizevi moleküllerdir. Amino asitlerin belirli bir plana göre dizilmesiyle oluşan bu dev moleküller, bizlere yaratılışın ne kadar büyük bir sanat olduğunu göstermektedirler.
Örneğin saç, tırnak ve tüylerde bulunan sert yapıyı oluşturan keratin isimli madde bir proteindir. Bazı proteinler, kasları kemiğe bağlayan tendonlarda bulunan dayanıklı naylon benzeri olan maddeyi oluştururlar. Derinin pürüzsüz elastikiyetini ve kemiklerin dayanıklılığını sağlayan ise kolajen isimli bir başka proteindir. Atardamarları çevreleyen kauçuk benzeri elastik madde ise yine bir proteindir. Retinaya ışık çarptığında görme etkisini başlatan proteinin ismi rodopsin, gözdeki lensi oluşturan saydam proteinlerin adı ise kıristalin’dir.
Hücrelerin içine moleküllerin giriş çıkışında yine özel taşıyıcı proteinler görev yapar. Tüm canlılığın bilgisini taşıyan DNA molekülü proteinler olmadan kopyalanamaz ve bilgi üretemez, hücre bölünmesini sağlayamaz. Yani proteinler canlılardaki en küçük yaşam birimi olan hücrelerin hem yapılarında hem de sayısız işlevlerinde çok çeşitli görevler alırlar. Örneğin enzimler de bir proteindir ve hücredeki kimyasal reaksiyonların hızını milyarlarca kez artırmak için katalizör görevi görürler.
Takımlar halinde çalışarak, hücrenin tüm kimyasal parçalarını inşa ederler. İnşa etme özelliklerinin yanısıra, parçalama özellikleri de bulunmaktadır. Bu özelliklerini kullanarak hücrelerde bulunan büyük molekülleri, hücrenin kullanabileceği basit bileşiklere ayırırlar, yani sindirim işlemini gerçekleştirirler. Hücreye enerji sağlanması için gereken reaksiyonların oluşmasını sağlarlar. Kaslardaki kasılma hareketi için gereken unsurları oluşturanlar da yine kas hücrelerindeki proteinlerdir.
Kısacası protein olmazsa hayat olamaz, proteinlerin görevleri, sinir sisteminden, sindirim sistemine, endokrin sistemden , bakterilerde bölünmeye kadar vücuttaki her işlemi kapsamaktadır.
Proteinin oluşabilmesi için tam bir hücreye ihtiyaç duyulur. Yani eskiden evrimcilerin iddia ettiği gibi kademe kademe hücre oluşması imkansızdır. Ya hep ya hiç kuralı geçerlidir.
....
Daha en başında protein sentezini yapabilenler yine proteinlerdir. Vücuttaki her önemli görevi üstlendikleri gibi, kendilerini sentez etme işlemini de yalnızca kendileri yapabilmektedirler. Protein sentezinde görevli tam 4500 protein vardır.
“Protein sentezinin başlangıcından, en son işleme kadar diğer proteinler var olmak zorundadır. Moleküler biyologlar tarafından, proteinlerin tesadüf eseri meydana gelme ihtimallerinin olmadığı konusunda çok fazla araştırma yapılmıştır. Bu bilim adamları arasında Harold Morowitz, Fred Hoyle, Ilya Prigogine, Hubert Yockey ve Robert Sauer gibi ünlü bilim adamları bulunmaktadır. Burada sayılanlar, evrimci bilim adamları olmalarına rağmen, vardıkları sonuç, proteinlerin tesadüfen oluşma ihtimallerinin kesinlikle olmadığı yönündedir.
Proteinler onları sentezleyen diğer proteinlere hazır olarak ihtiyaç duyarlar; yani proteini sentezleyenler yine proteinlerdir. O halde proteinler, proteinler zaten var olmadan var olamazlar. Bu durum anlık ve tastamam bir yaratılışın varlığını bizlere gösterir.
Şimdi tek bir proteinin oluşabilmesi için, neden diğer proteinlerin var olması gerektiğini, proteinleri oluşturan amino asit zincirlerinin hangi özelliklere sahip olduklarını kısaca özetleyelim:
1. Dünyada yapay ve doğal olarak bulunan 200'ün üzerinde amino asit çeşidinden sadece 20 tanesi protein yapımında kullanılabilir. Bu 200’ün üzerinde amino asitten, üretilecek protein için gerekli olanların seçilip ayırılmaları gerekir.
2. Amino asitlerin bazıları sağ elli, bazıları sol ellidir. Seçilen amino asitlerin sağ-elli değil, mutlaka sol-elli olmaları gerekir. Doğada yalnızca sol-elli amino asitler canlılarda protein sentezi için kullanılabilir.
3. Amino asitlerin, sadece sol-elli olması değil dizilimlerinin de belirli bir sıralamada olması gerekir.
4. Biraz önce kısaca bahsettiğimiz proteinin oluşturulması için yapılan her işlem protein gerektirir. DNA’da bulunan protein bilgisini, kopyalamak ve devamındaki yüzlerce farklı işlem için görevli proteinlerin hazır bulunması gereklidir.
5. Kopyalanan bilgiyi sentezlemek için ribozom adı verilen hücre organeli gerekir. Ribozomun içeriğinde, ribozomal proteinler ve ribozomal RNA bulunmaktadır; yani ribozomun var olması için yine hazır proteinler var olması gerekir.
6. Ayrıca ribozomun içerisinde “peptidyl transferase” isimli amino asitleri birbirine bağlayan özel bir bölüm vardır. Burası dışarıdan izole edilmiştir. Burası hidrofibrik, yani içine su giremeyen bir ortamdır. İşte bu tam da aminoasitlerin birbirine bağlanabilmesi için gereken en önemli koşuldur. Bu ortamda ribozom, peptid bağlarının kurulmasını sağlar ve amino asit zinciri oluşabilir.
Görüldüğü üzere sadece tek bir protein molekülünün oluşması için kısaca saydığımız hazır bulunması gereken birçok proteinin tesadüfler sonucunda kademe kademe oluşması imkansızdır. Doğada bir protein dahi kendiliğinden var olmadığına göre hayatın tesadüfler sonucunda oluşması mümkün değildir.
1800’lü yıllarda karşımıza çıkan evrim teorisi, en başından beri büyük bir yalandı. Aslında teoriyi ortaya atan Charles Darwin de bu düşüncenin yanlış olduğunu biliyordu. Teorinin zorluklarını anlatan pek çok sözü var ama özellikle bir tanesini paylaşmak istiyorum:
“Bu mükemmel evreni özellikle de insanın doğasını izlemekten mutlu olamıyorum. Her şeye dizayn edilmiş kanunların bir sonucu olarak bakmaya eğilimliyim. Ve bütün bu kanunlar açıkça her şeyi bilen, gelecekteki tüm olayları ve sonuçları gören bir Yaratıcı tarafından dizayn edilmiştir. Ama daha fazla düşündükçe daha fazla kafam karışıyor.. Tamamen ümitsiz bir karmaşanın içinde olduğumun bilincindeyim gördüğümüz dünyanın bir şans eseri olduğunu düşünemiyorum.Francis Darwin, The Life and Letters of Charles Darwin Cilt II NY Appleton Company 1888, The Modern Library, New York p. 105, 146”
Yani bilgiye mutlak bir ihtiyaç vardır. Molekülleri, amino asitleri, proteinleri bir araya getirecek kuvvetlerin nasıl çalıştığının, hücre içi temel solunum ve enerji metabolizmasının ve bunun gibi binlerce farklı biyolojik bilginin bilinip, ona göre organik moleküllerin işleme tabi tutulması gerekir.
Gözümüzle görebildiğimiz makro dünyada ise hayvanların ve bitkilerin yaşamları incelendiğinde hep bir amaca yönelik planlı ve koordineli hareketler görülür.
DR. ANJEANETTE “AJ” ROBERTS (MOLEKÜLER BİYOLOJİ DOKTORU):
“Tek tek organizmalara baktığımızda, bence her canlıdaki güzellik ve kompleksliğindeki ince detaylar ve simbiyotik ilişki ile yaşayan canlılar, doğanın en mükemmel alanlarıdır. Bence bu, Havari Paul’un Romalılar 1/20-23’de belirttiği gibi, yaratmada her yere baktığımızda bir Yaratıcının yapıtını görüyoruz, öyle ki Allah’ın varlığını bilmenin ötesinde, çok açık ve inkar edilemeyecek şekilde Allah’ın ilahi ve sonsuz gücünü anlıyoruz. Böylece, biz doğayla ve doğa kendi içinde uyum halinde olduğunda, doğa, hem kalbimizi, hem aklımızı, hem de ruhlarımızı O’na yöneltecek şeklide doğrudan bir Yaratıcıya, Allah’a götürür.”