"İşitme sistemi" belgeselinden.
Dans Eden Tüycükler
Beyindeki işitme merkezine gelen işitme sinyallerinin çıkış noktası iç kulağımızdır. İç kulağımız, mekanik uyarıyı elektriksel uyarıya dönüştüren bir santral gibi çalışır. Dış ortamda oluşan ses dalgaları, kulak kepçesi ve dış kulak yoluyla orta kulağa kadar varır; burada yer alan zar ve kemikçikleri harekete geçirir. Bu hareket, iç kulak sıvısının hareketlenmesiyle sonlanır.
İç kulakta işitmeden sorumlu bölüm, bir bezelye tanesi büyüklüğündeki ‘salyangoz’ adı verilen yapıdır. Salyangoz çok sert, kemikten bir kanalla çevrelenmiştir. Sarmal şeklindeki bu yapı; tabanından, tepesine kadar 3–4 cm.dir ve üzerindeki kanalların içi sıvı doludur. Kemiklerin hareketi salyangoza ulaştığında bu sıvı hareketlenerek dalgalanır. Salyangozun iç duvarlarında ise, bu sıvının dalgalanmalarından etkilenen küçük tüycükler vardır. Kulağımızda 32 bin hücrenin üstünde sıralanmış olan bir milyondan fazla tüycük bulunur. Bu tüycükler, sıvıdaki dalgalanmalara bağlı olarak hareket ederler. Tüycükler kendilerine şiddetli bir titreşim iletildiğinde saniyede yirmi bin kez titreşebilirler, zayıf ses dalgalarında ise çok küçük hareketler yaparlar. Tüycükler harekete karşı son derecede duyarlıdırlar. Öyle ki, bir tüycüğün 1 hidrojen atomunun çapı kadar yani bir milimetrenin 4 milyarda biri kadar hareket etmesi bile, elektrik uyarısının başlatılması için yeterli olabilmektedir. Buna göre, tüycüğü 500 metre yükseklikte bir bina olarak düşünürsek, binanın tepesindeki 2 santimetrelik bir hareket uyarıyı başlatabilmektedir.
Tüycükler bir titreşim algıladıklarında, aynı domino taşları gibi birbirlerini iterek hareket ederler. İşte bu hareket, tüycüklerin altındaki hücrelerin kapılarını açar. Bu sayede hücrelere iyon girişi olur. Tüycükler ters yöne yattıklarında ise hücre kapıları bu kez kapanır. Tüylü hücre demeti bir elektrik düğmesi gibi çalışır. Tüyler, bir uca doğru yatarak açma, tersinde ise kapama yapmaktadır. Tüycüklerdeki sürekli hareket, hücrelerin kimyasal dengelerini de sürekli değiştirir ve elektrik uyarıları üretmelerini sağlar.
Yani salyangozun içindeki tüylü hücreler tıpkı bir pil gibidir. Bu, iç kulaklarımızın her birinde yaklaşık 16’şar bin pil taşımamız demektir. Ancak bu piller bizim kullandıklarımızla kıyaslanmayacak kadar yüksek teknolojiye sahiptirler. Çok daha hassastırlar ve çok daha hızlı işlem yapabilirler, üstelik asla şarj olmaları da gerekmez. Dahası hepsini bir araya toplasanız bir bezelyenin içine bile sığdırabilirsiniz.
Tüycükleri dış ortamda incelemeyi başaran bilim adamları onların en ufak bir sese bile tepki verdiğini gördüklerinde hayranlıklarını gizleyememişlerdir. Rockefeller Üniversitesinde, 20 yılı aşkın bir süre iç kulağı inceleyen David Corey tüylü hücrelerin bu özellikleri karşısında şunları söylemektedir:
“Tüylü hücrelerin mekanikleri inanılmaz. Bir tüy demetinin hareketi adeta sihirli bir biçimde duymamıza olanak sağlıyor. Bu hücreler öylesine muhteşem ki onlara bakmaktan asla yorulmuyorum” (Hudspeth, A. J., The Ionic Channels of a Vertebrate Hair Cell. Hear Res 1986, 22: 21-27.)
İç kulaktaki hücreler, söz konusu elektrik sinyallerini üretirken, dış dünyadan gelen ses dalgalarının şiddetlerini ve ritimlerini de yansıtmayı başarırlar. Bu öylesine kompleks bir işlemdir ki, bilim bugüne dek, frekans ayrıştırma işleminin iç kulakta mı, yoksa beyinde mi yapıldığını dahi saptayamamıştır.
Salyangozun içinde korti adı verilen bir organ bulunur. Korti, içinde sadece mucizevî pilcikleri yani tüycükleri bulundurmakla kalmaz, birbiriyle ilişkili bir çok farklı parçadan oluşur. Korti organı sıvı dolu yapısıyla vücudumuzun diğer bölümlerinden de izole edilmiştir. Vücudumuzdaki tüm dokularda rastlanan kan damarlarına burada rastlanmaz. Eğer kan damarları olsaydı, buradaki kan akımını, ‘arka zemin’ gürültüsü şeklinde duyardık. Hiç şüphesiz böyle bir ses, bizim için hiç dinmeyen bir uğultu şeklinde bir işkenceye dönüşürdü.
Örneğin, şu an bu filmi izleyebilmeniz kesinlikle mümkün olmazdı. Bunun da ötesinde, uyku gibi temel bir ihtiyacınızı bile karşılayamazdınız. Yani kulağımızdaki ve vücudumuzdaki tüm özellikler aynen var olsa, sadece bu ayrıntı olmasaydı çok zor durumda kalacaktık.
Buraya kadar izlediğimiz herşey, bizlere işitme organımızın son derece kusursuz bir düzene sahip olduğunu göstermektedir. Duyabilmek için birbirinden bağımsız çok sayıda parçanın eksiksiz ve kusursuz olarak var olması gerekmektedir.
Parçalardan biri, örneğin orta kulaktaki “çekiç” kemiği kulaktan çıkarılsa ya da yapısı bozulursa, artık hiçbir şey duyulamaz. Kulağın duyması için dış kulak zarı, örs, çekiç ve üzengi kemikleri, salyangoz ve tüycükler gibi farklı elemanların her birinin eksiksiz olarak var olması gerekmektedir. Sistem evrimcilerin iddia ettiği gibi “aşama aşama” gelişmez, çünkü ara aşamaların hiçbiri tek başına bir işe yaramayacaktır.
Kulak gibi eşsiz bir organın, evrim gibi bilinçsiz, tamamen tesadüflere dayalı bir süreç tarafından aşama aşama inşa edildiği iddiası, hem bilim hem de akıl dışıdır.
İşte bu nedenle olsa gerek Evrimci Crick biyologlara şöyle bir tavsiyede bulunmaktadır:
“Biyologlar, gördüklerinin tasarım değil, evrim ürünü olduğunu sürekli olarak akıllarında tutmalıdırlar.” (Crick F.H.C., What Mad Pursuit: A Personal View of Scientific Discovery,” [1988], Penguin Books: London, 1990, reprint, s.138)
Bu tavsiye, evrimi savunanların bilimsellikten ne kadar uzak bir önyargıya sahip olduklarını belgelemesi bakımından son derece önemlidir. Tavsiyenin sahibi ilerleyen yıllarda evrimci anlayışı terk etmiş olsa da sözü evrimcilerin zihniyetini anlama açısından dikkate alınmaya değerdir.
Herşeyden önce, bu cümleleri kuran kişi, ünlü bir evrimci olmasına rağmen biyologların doğadaki canlılar karşısında hissedeceklerini çok iyi bilmektedir. Çünkü bu his aslında biyolog ya da bilim adamı olmayı da gerektirmeyen insanlığın ortak bir duygusuna dayanır: “Karşınızda bir eser varsa, eseri yapan biri de mutlaka vardır”. Eserin güzelliği ve ihtişamı, yapana karşı duyduğumuz takdir hislerimizi arttırır.
Crick’in uyardığı biyologlar, içindeki sanatı fark ederek çok güzel bir resmi inceleyen bir insanın durumundadır. Bilim adamı olmasa bile, bir insanın ilk görüşte olağanüstülük hissettiği bir esere bakıp sonra da “bunda bir olağanüstülük yok, tamamen kör tesadüflerin eseri” diyebilmesi olacak şey değildir. Bu davranış Crick’in yaptığı gibi zorlama bir telkini ve önyargılı bir hazırlığı gerektirir.
Ancak canlılarda öyle sistemlere rastlarız ki bilim adamlarının çoğu bu sistemlerde akıllı bir tasarım olduğunu kabul etmek zorunda kalırlar. İşte işitme duyumuz da böyle sistemlerin en başında gelir.
Günümüzde insanoğlu kulağın yerini tutabilen bir cihazı yapmaktan çok uzaktır. Bugün işitme organımızın mekanik bölümüyle yani kulak zarı ve orta kulak ile ilgili bazı problemler işitme cihazları kullanılarak telafi edilmeye çalışılmaktadır. Ancak en gelişmiş araçlar bile kulak zarı ve orta kulağımızın yerini tutamaktadır.
Her gün yerine yerleştirmemiz gerekmeyen, ses ayarını, temizliğini kendisi yapan, pili bitmeyen harika bir çift organımız var. Üstelik ona sahip olmak için özel bir çaba da sarf etmemiz gerekmedi. Karşılığında bizden herhangi bir şey talep edilmedi.
Kulaktaki yaratılış insan vücudundaki ihtişamlı yaratılışın sadece tek bir örneğidir. Buna karşılık insana Allah’a şükretmektir. Allah kullarına karşı büyük lütuf sahibi olduğunu bir ayette şöyle bildirmektedir:
Kovulmuş şeytandan Allah'a sığınırım.
Şüphesiz, senin Rabbin, insanlara karşı büyük lütuf (fazl) sahibidir, ancak insanların çoğu şükretmiyorlar. [Neml Suresi, 73]