Münafıkların Akılları Eski Hayatlarında Kalır

Kuran’da münafıklarla ilgili olarak en kapsamlı bilgilerden biri Hz. Musa kıssasında anlatılır. Dikkatlice bakıldığında Hz. Musa dönemi münafıklarının bir çok özelliğinin günümüz münafık karakterinde de olduğu görülür.

Hz. Musa İsrailoğulları’na elçi olarak gönderildiği dönemde, İsrailoğulları, Firavun yönetimindeki Mısır topraklarında yaşıyordu. Mısırlılar, İsrailoğulları’nı köle olarak kullanıyorlar ve onları işkenceyle baskı altında tutuyorlardı. Hz. Musa, Firavun’un zalim uygulamaları, baskı ve işkenceleri altında ezilen İsrailoğulları’nı yaşadıkları bu zulümden kurtarmak için onları Firavun’un topraklarından çıkarmıştı. İsrailoğulları içindeki münafıklar ise Allah’ın gönderdiği bu nimete ve zulümden, kölelikten, işkenceden kurtulduklarına şükredip sevinmeleri gerekirken çirkin bir ahlak göstermiş ve Hz. Musa’ya "Sen bize gelmeden önce de, geldikten sonra da eziyete uğratıldık" demişlerdir:

Dediler ki: "Sen bize gelmeden önce de, geldikten sonra da eziyete uğratıldık." (Musa:) "Umulur ki, Rabbiniz düşmanınızı helak edecek ve sizleri yeryüzünde halifeler (egemenler) kılacak, böylece nasıl davranacağınızı gözleyecek" dedi. (Araf Suresi, 129)

Görüldüğü gibi münafıkların en önemli özelliklerinden biri, geride bıraktıkları hayata -o hayat içinde köle olarak eziliyor ve aşağılanıyor olmalarına rağmen- duydukları derin ve ezik özlemdir. 

Hz. Musa kavmine “Gelin sizi Firavun’un zulmünden ve aşağılanmaktan kurtarayım, özgürce yaşayacağınız Allah’ın vaadettiği topraklara götüreyim, burada sizi çok eziyorlar, orada rahat edersiniz” demiş, İsrailoğulları da Musa ile birlikte yola çıkmıştır. Ancak bir süre sonra içlerindeki münafıkların Hz. Musa’ya karşı tavrı, “Biz orada bıraktıklarımızı, Mısırlıların yaşantısını, yemeklerini, kültürlerini çölde bulamıyoruz. Köle olsak da, aşağılansak da, biz geri dönmek istiyoruz” olmuştur.

Münafıklar, iman edenlerle birlikte olup Allah’ın kendilerine lütfettiği nimetlere sevinmek yerine, küfürdeki insanlar gibi yaşamak, onların önem verdiği eşyalardan edinmek, onların önem verdiği yerlerde bulunmak, onlar gibi konuşmak, onlar gibi yiyip içmek ister, onların sevgisiz, bencil ve kalitesiz hayatına özlem duyarlar. Allah Kuran'da Hz. Musa dönemindeki münafıkların bu tavrını bize şöyle anlatmıştır:

(Yine) Hatırlayın; Musa kavmi için su aramıştı, o zaman Biz ona: "Asanı taşa vur" demiştik de ondan on iki pınar fışkırmıştı, böylece herkes içeceği yeri bilmişti. Allah'ın verdiği rızıktan yiyin, için ve yeryüzünde bozgunculuk (fesad) yaparak karışıklık çıkarmayın.

Siz (ise şöyle) demiştiniz: "Ey Musa, biz bir çeşit yemeğe katlanmayacağız, Rabbine yalvar da, bize yerin bitirdiklerinden bakla, acur, sarmısak, mercimek ve soğan çıkarsın." (O zaman Musa:) "Hayırlı olanı, şu değersiz şeyle mi değiştirmek istiyorsunuz? (Öyleyse) Mısır'a inin, çünkü (orada) kendiniz için istediğiniz vardır" demişti. Onların üzerine horluk ve yoksulluk  (damgası) vuruldu ve Allah'tan bir gazaba uğradılar. Bu, kuşkusuz, Allah'ın ayetlerini tanımazlıkları ve peygamberleri haksız yere öldürmelerindendi. (Yine) bu, isyan etmelerinden ve sınırı çiğnemelerindendi. (Bakara Suresi, 60-61)

 “Bakla, acur, sarımsak, mercimek ve soğan" talep eden devrin münafıklar, aslında bu talepleriyle küfür sisteminin kültürüne olan özlemlerini ifade etmektedir. O devirde Firavun ailesinin bu yiyecekleri geleneksel bir pişirme şekli ve ayrı bir mutfak kültürü vardı. Münafıklar da asıl olarak bu kültürün yapmacık süksesine ve gösterişe hayranlık duyuyorlardı. Sadece yemek kültürüne değil, o dönemde sükse vesilesi olan altın buzağı heykeli gibi bir çok detay, oradaki alaycı, kibirli, züppe sistem münafıkların hoşuna gidiyordu. Aynı şekilde onların konuştukları dile de derin bir hayranlık duyuyorlardı. Kendi dilleri İbranice olmasına rağmen, Firavun’un kullandığı dili daha sükseli görüyor ve bu dili kullanarak kendilerinin de sükseli olacaklarını sanıyorl ardı.

Bu nedenle de Firavun sisteminin zulmü altında yaşamak pahasına, bir şekilde bu sistemin sükseli, şaşalı ortamından istifade etmeyi arzu ediyorlardı. Bu sisteme duydukları hayranlık bir türlü bilinçaltlarından gitmiyordu. Hz. Musa onlara doğrusunu ne kadar anlatırsa anlatsın, akılları hep Firavun sisteminde kaldığı için bir türlü ikna olmuyor ve gizli ya da açık eski hayatlarına duydukları özlemi dile getiriyorlardı.

Hz. Musa dönemindeki münafıklar gibi, günümüzde de Müslümanlar arasında olmasına rağmen, imandan önceki eski hayatlarına özlem duyan kimselere rastlarız. Aslında bu kimseler, Müslümanlarla birlikte olduktan sonra, imansız insanlarınki ile kıyaslanmayacak kadar güzel bir hayat yaşamaya başlamışlardır. Ondan öncesinde, Allah korkusu olmayan kimselerle birlikte oldukları için, çevrelerindeki insanlardan her türlü kötülüğü görmüş, her türlü çıkar ilişkisine, samimiyetsizliklere, yalanlara, ikiyüzlülüklere, merhametsizliğe, saygı ve sevgi eksikliğine şahit olmuşlardır. Bu iki hayat arasındaki müthiş zıtlığı açıkça görmektedirler. Birinde sevginin, saygının, güzel ahlakın, dostluğun, güvenin, samimiyetin en güzel şekli yaşanırken, diğerinde ise sadece acı, sıkıntı, mutsuzluk ve zulüm vardır. Bu açık gerçeğe rağmen bu kimselerin hala Müslümanlardan önce yaşadıkları hayatlarına hayranlık ve özlem duymaları, aslında kalplerindeki imansızlığa olan eğilimin bir göstergesidir.

Yeniden imansız insanlarla yaşayacak olsalar, yine mutsuz olacaklarını, yine aşağılanacaklarını, hiç değer görmeyeceklerini, çıkar için kullanılacaklarını bildikleri halde, yine de o aşağılanmaya geri dönmeyi kendilerince daha güzel görürler. Sürekli o ortamlarda o insanlarla birlikte olsalar, hayatları nasıl olurdu, bunun hayallerini kurar, planlarını yaparlar. “Tamam, Müslümanlar birbirlerini koruyup kolluyor, birbirlerine yardım ediyorlar ama küfürde olsaydım onlar da beni korur, severlerdi. Onlarla olsam bana güzel davranırlardı” diye kendilerini aldatırlar.

Bu düşünceleri çok büyük bir yanılgıdır ve tabi ki bu acı gerçeği kendileri de çok iyi bilmektedir. Çünkü iman etmeyen insanların tüm yaşamları, insanlarla olan tüm ilişkileri menfaat üzerine kuruludur. Dolayısıyla imanın olmadığı bir ortamda hiçbir insan, çok ciddi bir menfaat sunulmadığı sürece asla durduk yere bir başkasına bir güzellik sunmaz. Eğer Allah korkusu imanı olmayan bir insan, bir başkasına yaklaşıyorsa, kafasında mutlaka ince bir menfaat planı vardır. Ya bu kişiden maddi olarak çıkar sağlamayı ya da bu kişiyi fiziksel anlamda kullanabilmeyi umuyordur. Ya bu kişinin çevresinde ulaşmayı umduğu birileri vardır ya da ondan veya ailesinden elde etmeyi umduğu bir fayda.

Küfre eğilimi olan bu kimselere bu gerçek anlatıldığında “Bu insanlar seni, müminler gibi Allah için sevmezler. O zaman senin neyini sevecekler? Onlardan gelecek sahte bir sevgiye niye özlem duyuyorsun?” diye sorulduğunda da çeşitli bahanelerle kendilerini kandırmaya devam ederler.

Müslümanlar gerçek mutluluk, neşe, kalite, güzellik ve sevgiyi Müslümanların yanında bulurken, münafıklar küfrün özenti, alaycı, kirli, kalitesiz hayatını matah bir şey zannederler. Küfürde kendilerince süslü gördükleri her şeyin aslında hem madden hem manen itici ve değersiz olduğunu kavrayamazlar. İşte bu kavrama güçlüğü ve akıl zayıflığı Allah’ın münafıklara verdiği en büyük belalardan biridir.



DEVAMINI GÖSTER