Sayın Adnan Oktar'ın 27 Ocak 2018 tarihli sohbetinden önemli başlıklar

A9 TV, 27 Ocak 2018

 

(Putin, Tataristan Cumhuriyeti’nde Rusya’nın önde gelen İslam alimleriyle bir araya geldi ve şunları söyledi: “Teolojik İslam eğitimi her zaman derinliğe ve harika bir tarihe sahipti. 1917 devriminden önce Rus Müslüman ilahiyatçıları dünyanın her tarafında çok saygın insanlar olarak tanınırdı ve görüşleri çok değerliydi. Şimdi de hükümetimiz Rusya’da İslam dinine yönelik eğitimin desteklenmesi için adımlar atacak. Çünkü geleneksel İslam Rus kültürel kodunun önemli bir parçasıdır ve Müslüman toplumu da şüphesiz Rusya’nın çok uluslu halkının önemli bir unsurudur.”)

Şimdi Bu insan tabii harika bir insan bu yönüyle. Değeri bilinmesi gereken bir insan. Böyle insan bir daha kolay kolay ele geçmez. Onun için kıymeti iyi bilinmesi lazım. Rus toplumu da, Türkler de diğer kavimler de Putin’in değerini iyi bilmeleri lazım. Bu kadar özgürlükçü, bu kadar dinlere saygılı, İslam dinine bu kadar muhabbet duyan, bu kadar akılcı yaklaşan, toplumu bu kadar güzel dengede tutan bir lider çok nadir olur. Dolayısıyla Putin’i bu konuşmasından dolayı tebrik ediyoruz. Allah sağlık sıhhat versin, uzun ömür versin. Hayırla yaşatsın, hayırlara vesile etsin. Hep böyle hayır konuştursun, etrafa hep hayır dağıtsın, inşaAllah.

 

(“İman zamanla artar ya da azalır mı?” izleyici sorusu)

Olabilir, hafif değişiklikler gösterebilir. Ama ana zeminde değişiklik olmaz. Çünkü iman bir vicdan tezahürüdür. Yani öyle teknik bilgiye dayalı bir şey değildir. Şimdi iman eden insan mesela zaten çocukluğundan itibaren merhametli oluyor. Acıyor mesela insanlara, yardımsever oluyor, haktan adaletten yana oluyor. Onların ruh hali değişik oluyor. Olumlu pozitif oluyorlar. Daha iman etmese bilmese bile çocukluğundan itibaren böyle bir kişilik gösterirler, ölünceye kadar da bu kişilikte olur. Ama imandaki deliller arttıkça imandaki coşku artar yani bir parlama gösterir. Ana inancında değişiklik olmaz fakat imanda bir parlama olur. Yani bir aydınlanma olur daha güçlenir. Gerileme olmaz çünkü sürekli pozitif bilgi aktığı için gerileme olmaz artma olur yani gelişme, parlama olur.

 

(Time, “Amerika yalnız kaldı” konulu bir kapak yaptı. Ve Trump yönetiminde geçen bir yıllık süreçte ülkenin olumlu imajını kaybettiği yalnızlaştığı iddia edildi. Amerika’yı artık Avrupalı müttefiklerinin bile eleştirmeye başladığı belirtilirken İngiltere’de Trump’ın ülkeye girişinin engellenmesi için imza toplandığı bilgisi verildi.)

Bak üslubu görüyor musun? İmza toplama, bir insanı aşağılamaya kalkmak, küçük düşürmek. İşte üç kadın çıkarttılar tecavüz iddiası, sonra dolandırıcılık iddiası, sonra homoseksüelleri tepesine diktiler musallat oldular. Kızına homoseksüelleri musallat ettiler. Yani İngiliz derin devletinin acımasızlığı her yerde kendini gösteriyor bu klasik. Bu ölçüleri gördüğümüz de bilin ki İngiliz derin devleti devrede demektir. Üslubu budur. İşte o homoseksüel renkleri şunlar bunlarla bunlar kendilerini belli ediyorlar. Buna karşı yapılacak şey yerli ve milli duruşu daha da güçlendirerek ayakta durmak. Ve milli liderin etrafında da kenetlenmek. Eleştiririz ayrı, uyarırız. Mesela diyor ki “Tayyip Bey’i eleştiremiyoruz.” Nasıl eleştiremiyorsun? Eleştiriyorsun. Biz de eleştiriyoruz herkes eleştiren eleştiriyor ama olumlu, yapıcı ve saygılı. Küstahlık istemiyoruz biz. Saygısızlık ve züppelik istemiyoruz. Nezaketinle eleştiriyorsan eleştir. Faydalı fikir varsa zaten uyuyor o insan, güzel fikre hayır dediği yok.

 

(“Hz. İsa (as) yeryüzündeyse insanlar onu neden aramıyor?” izleyici sorusu)

Çok riskli olur. Ne yapacak mesela farz edelim Amerikan polisi bir şahıs buldu Hz. İsa Mesih (as)’a bayağı benziyor. Kimliği yok, diyor ki “annem babam yok” diyor. Bilmiyorum, bir kere akıl hastanesine götürürler. Nasıl bir insan geçmişini hatırlamaz? Sen kaç yaşındasın, mesela “50 yaşındayım.” Nerede okudun okulu? “Okulumu bilmiyorum” diyor. Lise? “Liseyi de bilmiyorum” diyor. Annen baban kim? “Bilmiyorum.” O zaman bir muayene ettirelim derler. Çok büyük bela çıkar, iş çıkar yani. Oyun oynadığını düşünebilir adamlar, öyle bir iddiada bulunabilirler baş belası olur. Saygıya uygun olmayan durumlar gelişir. Kimlik, kimliği yok, nüfus kaydı yok. “Sen nereden geldin? Amerikan vatandaşı değilsin” diyecekler. “Seni sınır dışı edelim” derler. “Geldiğin ülkeye git. Seni kim gönderdi casus musun?” derler. Derler oğlu derler bu baş olmaz onunla. Çok çok tehlikeli olur. Onun için “çık” deyinceye kadar çıkmaz diye düşünüyorum. Hz. Mehdi (as)’ın davetiyle çıkacaktır. Moşiyah’ın davetiyle çıkacaktır çıkmaz yoksa. Çıkmaması da lazım.

 

(“Fiili dua nasıl olur?” izleyici sorusu)

Mesela şimdi ben kola içmek istedim, elimi kolaya götürme ve kolayı alıp-içme öyle bir iman ediyorum ki buna, o kadar güçlü iman ediyorum ki bu oluyor. Bu imanla oluyor inançla oluyor. Bunun kesin olacağına inandığım için oluyor. Mesela ben bu kolanın kolumla değil de beyin gücümle hareket edeceğine kesin inansam bu kola yine kalkar gelir kolum olmadan bana bunu içirir, bu olur. Ama kesin inanıyorsam. Fakat ben şimdi koluma kesin inandığım için, kolumun yaptığına inandığım için oluyor. Mesela cennette kesin iman ediyoruz ki dediğimizi yapar. Mesela bakıyoruz bardağa “şimdi sen bizim sözümüzü dinleyeceksin” diyoruz “gel bana bunu içir” diyoruz bu kolayı. O gelip içiriyor kesin iman etiğimiz için. Hz. İsa Mesih (as) da buna çok dikkat çekiyor. Talebesi suya giriyor yürümeye başlıyor, sonra birden suya batıyor, “bak orada imanını kaybettin” diyor “inancını.” Aslında kesin inanmış olsa olur. Mesela bak Hz. Musa (as)’da Allah önce yılanı yaratıyor ta ezelde hazır yılan, asayı da yaratıyor. Asa aslında başından beri yılan, yılan da başından beri asa ikisi de aynı, aynı şekilde. Fakat Cenab-ı Allah orada ona diyor ki “şimdi elini uzat bu yılan olacak” diyor “asan, tut onu” diyor “asayı” yahut “yere at” diyor mesela “yere attığında onun yılan olduğunu göreceksin” diyor. Attığında onun yılan olduğunu görüyor. Yani fiili duayı anlatmak için bunu söylüyorum. Kalben niyet ettiğinde, mesela yürümeye niyet ettiğimizde yürümeye başlarız, yürüme bize gösterilir. Fakat çarşıya gideceğiz mesela, çarşıya gitme niyeti imanı bizde oluştuğunda çarşı bize gösterilir. Aynı cennetteki sistem var aslında burada da aynı sistem var. Fiili dua diye ona deniyor.

 

(“İyi insan istisnasız güzel mi olur?” izleyici sorusu)

Yok, her insan güzel olmaz. Allah bir kısmını güzel yaratmaz imtihan için. O çok büyük bir üstünlüktür. O cennette onun kıymetini görür. Ahirette onun kıymetini görür. Ciddi şekilde çirkin yaratılabilir bir insan. Ama güzelden yüz kat, bin kat daha fazla sevap alır. Güzel mesela 40 yıl namaz kılar, onun 10 namazı onun 40 yıllık namazına bedel olur öyle düşünün. Çirkin insanda o olur. Ama kişiliği güzelse, karakteri çok güzelse etkileme gücü çok yüksek olur. Ama şunu sır olarak söyleyeyim; iman edip de Allah’a böyle deli aşık olup da bir insan çirkin bir insana dünya tarihinde rastlanmamıştır. Mümkün değil olmaz. Mutlaka güzeldir o insan. Bana bir tane vaka veremezler yok.

 

Mutluluğu Kıskanma Şeytanın Hz. Adem’i Kıskanmasıyla Başlıyor. İyi İnsanlar Bilecek ki Mutlaka Onlarla Uğraşan Olacak

Mutluluğu kıskanma dünyanın ilk yıllarından beri, ilk dönemden beri var. Mesela Hz. Adem (as)’ın mutluluğunu kıskanıyor şeytan. Ta o zamandan başlıyor sinsiliğe ve oyun çıkartmaya. Asrımıza kadar devam etti. İyi insanlar bilecek ki mutlaka onlarla uğraşacak adamlar olacaktır. Yani mutlaka kötülük yapacak insanlar olacaktır. Bu dünyada Allah bizi “huzur içinde gidip evinizde yaşayın” diye yaratmıyor. “Huzur içinde olmayın” diyor Allah. “Teyakkuzda olun.” Yani “sürekli dikkatiniz açık, her an size yapılabilecek atağa göre uyanık olun” diyor. Vardır adam emekli memur, sakin yaşar. Ama onun imtihanı ayrı bir imtihan. Veyahut ev kadınıdır, ne Türkiye’nin dış politikasından haberi olur, ne iç politikasından haberi olur. Darbe olur, haberi bile olmaz. Darbeden haberleri bile olmuyor yani bir ara komşulardan falan duyuyor. “Bu neyin nesi?” falan diyorlar. O ayrı bir insan şeklidir. Normal Müslüman zorluklarla karşılaşır yani rahat dünyadan bahsetmiyor Kuran. Müslüman bunu unutacak. Böyle huzurlu, sakin bir dünya olmaz. Olursa cennet olmaz. Onun için herkes ısrarla huzurla “Bodrum’da bir evim olsun, Kuşadası’nda bir evim olsun. Huzurlu yaşayayım.” Öyle bir şey olmaz. Oraya gidiyor ondan sonra bakıyorlar karaciğerinde bir kist çıkmış oluyor. Kisti muayeneye gönderiyorlar, bakıyorlar kanserojen. Ondan sonra gidiyor, hastaneye yatıyor falan. Yahut bir yakını, bir akrabasında bir şey oluyor yahut bir kaza geçiriyor yahut ayağı kırılıyor, bacağı kırılıyor. Öyle rahat bir dünya yoktur yani böyle bir şey olmaz. Herkes kendini ona göre ayarlayacak.

 

(Türk Silahlı Kuvvetleri’nden yapılan açıklamada Zeytin Dalı Harekâtı’nda iki askerimizin şehit olduğu, on bir askerimizin yaralandığı belirtildi. Harekât kapsamında 27 Ocak 2018 tarihinde PKK, KCK, PYD, YPG ve DEAŞ terör örgütü unsurları ile girilen çatışmalarda Türk Silahlı Kuvvetleri’nden iki kahraman silah arkadaşımız şehit olmuş, hayati tehlikesi olmayacak şekilde on bir kahraman silah arkadaşımız yaralanmıştır.)

Bu yeni mi oldu bunlar? Genelkurmayımız daha iyi bilir de yani benim kendi kanaatimce tutunup yerleşerek ilerlesek daha iyi olur gibi geliyor bana. Yani iyice bölgeye değil mi oturarak yerleşerek, siper kazarak istihkâm oluşturarak falan böyle tam bölgeye hâkim olup adım adım ilerlesek daha iyi olur diye düşünüyorum. Ama tabii Genelkurmay acayip titiz, çok iyi çalışma yapıyorlar. Vatandaş olarak ben fikir ileri sürüyorum ama tabii bizimki bir istihbarata dayalı değil. Genel mantık anlamında söylüyorum. Tabii ki Genelkurmay en iyisini bilir ama içim rahat etsin diye yine de söylüyorum.

 

(“Bu kadar insan neden Adnan Oktar’a bu kadar tutkulular?” izleyici sorusu)

Şimdi insanlarda şöyle bir düşünce vardır. İnsanlar müstakil karar veriyor zannederler. Hatta diyorlar ya, “Ya” diyorlar, “her insan özgür muhakemesi olması lazım. Bağımsız karar mekanizmanız olması lazım. Hiç kimseye, hiçbir şeye bağlı olmamanız lazım. Hür iradenizle özgürce karar vermeniz…” Böyle bir şey olmaz Allah karar verir. Kaderinde ne varsa onu yapar şahıs. Ha kendi özgür karar verdiğini zannedebilir ayrı mesele. Öyle bir şey olmaz. Mesela münafığı Allah münafık olarak yaratır adam münafıkça, alçakça planlar yapar kendi kafasınca, oyun oynar. Onun hesabını verecektir ama onun kaderindedir. Yani o değişmez. Mesela münafıkların en çok kullandığı söz odur. “Ya artık biz özgür karar veriyoruz.” Peygamberimiz (sav) zamanında da Peygamber (sav)’den ayrılmışlardı. “Hür kafayla özgürce kendi düşüncemle karar veriyorum.” Bre ahmak, sana Allah söyletiyor onu, bre gerzek mi diyeyim ahmak mı diyeyim yani. Onu Allah yaratır, sen hiçbir zaman için hür düşünceye sahip olamazsın. Hür düşündüğünü zannettiğin şey Allah tarafından yaratılandır. Dolayısıyla Peygamber (sav)’e uyduğunda sen Allah'a uyumuş olursun. Yani Peygamber (sav)’e uymamayı bir üstünlük olarak görür münafık. Onur olarak görür, kendi başına karar vermeyi. Kendi başına karar verdiğinde de Allah karar verdirtiyor ama şeytanı vesile ediyor. Sen şeytana uymuş oluyorsun. Hür karar aldım diye şeytana göre hareket etmiş olur. Peygamber (sav) varken sen nasıl hür karar alıyorsun, ne demek bu yani? Peygamber (sav)’in aldığı karar son derece akıllı ve güzel. Sen züppeliğinden dolayı, züppeliğe meraklı olduğun için ayrı ve özgür karar verdiğini zannediyorsun. Hâlbuki orada senin mürşidin şeytan. Sen mürşidi bırakmışsın, şeytana uymuşsun.

 

(“Münafıklar ve kalbinde hastalık olanlar arasındaki fark nedir?” izleyici sorusu)

Kalbinde hastalık olan, münafık adayı demektir. Yani henüz olmak üzere olan, şeytan tomurcuğu. Bir süre sonra o açar. Mesela Müslümanlar içinde yaşarlar münafıklar. Münafık alametleri gösterir. Kalbinde hastalık olur. Adam kuran okunuyor morarıyor falan, rahatsız oluyor, terlemeye başlıyor. Müslümanları gördüğünde adam rahatsız oluyor, geriliyor. Bu hastalık. Bir süre sonra bu bir patlama şeklinde kendini gösterir. Ondan sonra münafıklık aşamasına geçer. Yani birbirine yakın hastalık aşamaları.

 

(“Niyetimize göre mi olaylar gelişir?” izleyici sorusu)

Niyetimiz önceden kaderde oluyor. Yani ne niyet edeceğimiz önceden kaderde olur. Mesela ben bugün gittim İstinye Park’ta alışveriş yaptım. Oraya gideceğim kaderimde bana hissettiriliyor önce. Ta sabahtan anlıyorum gideceğimi. Vakti de belli oluyor. Saati gelmeden gidemem. Geldiğimde hangi dükkana gideceğim, Allah’ın rızık olarak yarattığı hangi yiyecekleri alacağım bellidir. Baklava mı? Pirzolaysa falan hepsi bellidir. Sıra sıra mesela şu olmasın şu olsun diyorum. Yeri bile belli. Orda çok baklava çeşidi var ama hangisi olacağı belli. Mesela birçok pasta var ama hangi pasta olacağı belli. Kaderinde o. O pasta oradan çıkıyor Allah yaratır onu. Allah’tan rızık olarak var o bekler seni orada. Allah yaratır, pastacı yapamaz onu Allah yaratır. Al onu paketin içine koy alıp buraya getirirsin. Buraya getiren de Allah’tır. Onu rızık olarak yersin. Mesela bak bu kuş cennet süsü gibi Allah yaratmış o Allah’a ait bir şey Allah tarafından yaratılmış kaderde yaratılmış bir şey. Mesela alıp Allah onu buraya getiriyor. Zahiren ustalar yaptı falan gibi görünüyor, değil. Doğrudan Allah yaratır. Çünkü bizim beynimizin içinde oluşuyor o. Beynimizin içinde ustanın bunu yapacak hali yok. Hadi ustanın dışarıda yaptığını kabul edelim. Beynimizin içinde kim yapacak? Çünkü dışarıdaki kuş, bu görüntü simsiyah karanlık. Ve renk de yok. Neye yarar o? Hiçbir şeye yaramaz. O zaman beynimizdeki sanat eseri esas. Çünkü ışıklı ve renkli. Bununla bağlantısı var mı? Yok.

 

(“Din niçin gereklidir?” izleyici sorusu)

Biz dünyaya geliyoruz. Bir mana veremeyiz dünyaya. Din olmazsa işin doğrusu Allah esirgesin insanlar delirir. Dinle olayı anlar yoksa delirir insan. Yani anlayamaz, bir yaratan olduğunu anlar ama ne yapacağını bilemez çok zor durumda kalır. Din çok büyük bir nimettir. Akıllı olmayı sağlar. Şu an dünyanın dengede durmasının nedeni dindir zaten. Dinden dolayı böyle akıllı ve dengeli gidiyor. Liderlerin hepsi dindar. Rus lider de lider, Amerikalı lider de dindar. Türk lider de dindar. Hepsi dindar yoksa dünya hercümerç olur. İran’daki liderler de dindardır. Genellikle dindardır, rejimlerin devletlerin ileri gelenleri dindardır. Dindar değilse bile masonluk kanalıyla dindardır. Yani gizlice dindardır. Dolayısıyla din olmasa kainatı, olayları hiçbir şeyi anlayamayız. Niçin yaratıldığımızı da anlayamayız. Her şey müphem kalır çok zor durumda kalır insan. Din her şeyi anlatıyor bize; yaratılış amacımızı, bizden ne istendiğini, bizim ne olduğumuzu, Allah’ın vasıflarını, cennetin vasfını, nereye gideceğimiz, ne yapacağımız, nasıl öleceğimiz, nasıl dirileceğimiz hepsi bildiriliyor. Onu bilince hayatımız çok düzgün olur. Olaylarla karşılaştığımızda da çok makul ve mantıklı bir dünyada yaşadığımızı bildiğimiz için çok huzurlu oluruz. Öbür türlü muazzam bir karmaşa olurdu.

 

(Genelkurmay Başkanı Hulusi Akar’ın valilik ziyareti sırasında valilik binasının yüz metre yakınına roket atıldı. Kilis Valisi Mehmet Tekinarslan, Genelkurmay Başkanı Hulusi Akar’ın ziyareti sırasında atılan roketin düştüğü bölgede inceleme yaptı. Tekinarslan “Kilis’e saat 14:15 itibariyle bir füze daha atıldı PYD tarafından. Çok şükür yaralı yok, ilgili birimlerimiz gerekli tedbirleri aldılar” dedi.)

Bilinçli olarak yaptıkları anlaşılıyor Paşa’nın oraya geleceği belli. Roketi de hesap ederek bir mühendis kontrolünde yapıldığı anlaşılıyor. Yani bir subay kontrolünde yapılmış. Bu PKK’nın işi değildir. Bu mühendislik gerektiren bir şey. Bunu İngiliz derin devletinin subaylarında aramak lazım. Uzman işi bu ve suikast yapılmış aslında. Tabii Hulusi Paşa’ya suikast yapılmış. Bu ikinci gaziliği. Alenen suikast. Ben orada yetkili olsam o roketin atıldığı yeri haritadan silerim. Bu çok kızdırıcı bir hareket. Alenen cana kasıt var ikinci bir kere daha atsalar oraya gelecek. Üçüncüyü atsalar daha da artacak. Nefsi savunma diye bir şey var değil mi? Onun yapılması lazım. Oralarda roket mevzii varsa nasıl tutuluyor bu? Olur mu böyle şey? Uyarılıyor önceden uyarıyorsun, uyardıktan sonra yeryüzünden silersin. Bu kadar basit. Yerle bir edersin. Silah gücümüz artsın. Topçu gücümüz artsın otuz kere söyledim. Beş bin tanktan ne olur? En az elli bin tankımız olması lazım en az. Beş bin tank ufacık bir bölgeye yeter. Beş bin tank nedir? Bir operasyon için beş bin tank ancak gelir. Çünkü arazi çok büyük oluyor, geniş oluyor. Yan yana dizildiklerini düşünün tankların yüzer metre arayla olsa bile yine yetmez beş bin tank. Değil mi çember hareketi yapılıyor bilmem ne. En az elli bin tankımız olsun. En az yüz-yüz elli bin uzun namlulu, uzun menzilli topumuz olması lazım. Zor bir şey değil demir var, çelik var yapsınlar, yapılsın.

 

(“Ruhumuzu görebilir miyiz?” izleyici sorusu)

Seni korkutmak istemem ama şu an zaten görüyorsun ruhunu sen. Gördüğün senin ruhun zaten.Öldüğünde de şaşırmayacaksın göreceksin. Sadece ayağını hissetmezsin, kolunu hissetmezsin. Sadece düşünürsün. Ruh haline geldiğinde ama hemen bedenlenirsin onun arkasından. İlk başta öyledir. Bedenin hiçbir azasını hissedemez. Ama her yeri görürsün. Hacimsiz olarak her yeri görürsün.  Her yerde olursun. Buna ölme denir. Sonra bedenlenir el kol hareketlenir. Ayette diyor ya “ayaklar birbirine karıştığı zaman” ayağının nerede olduğunu anlamaz o ona girer o ona girer. Sağ sol nerede çıkaramaz ayağını. Ayak kontrolü gider. Kol kontrolü gider ama konuşmak da ister fakat konuşamaz. Fakat görür, görür ve düşünür. İşte bu haline ruh denir, ruh hali oluyor bu. Ama tabii karşılaması çok güzel olduğu için bu çok kısa süren bir şeydir hemen ondan sonra ayaklanır, ellenir. Eli ve ayağı olur yani o anlamda. Alıp sarılıp götürürler dostsa iyiyse, güzelse sevinç içinde gider. Öyle karmaşık yapı da yok öyle kıldan ince köprü falan öyle bir konu yok direkt cennete gider mümin. Çok kısa bir sorgulaması vardır o da iltifat amacıyla yapılır. İltifat, gönül almak için. “Sen sürekli iyilik yapmışsın, güzellik yapmışsın doğru mu?” bu kadar. Buna benzer. Bir şey yapmamış ki mümin zaten sorgulaması olsun. Sadece peygamberlerde Allah ahlaksızlık yaptıkları için onlara gösteri olsun diye yapıyor Allah. “Ey İsa” diyor “Sen Beni bırakıp kendini Allah diye gösterdin mi insanlara, öyle bir şey söyledin mi?” diyor. “Haşa Ya Rabbi ben öyle bir şey söyledimse sen onu zaten bilmişsindir” diyor. “Ben onlara öyle bir şey demedim ben onlara Allah birdir dedim” diyor, “Sana kulluk etmelerini söyledim” diyor. “Hepsi de şahitler” diyor. İşte Yehova’nın Şahitleri deniyor ya şahit onun için deniyor. Peygamber şahit gösteriyor herkes şahit diyor. Ben böyle bir şey demedim diyor. Bu, buna benzer öyle uzun uzun bir şey yoktur.

 

(“Münafıklar yemin ederek neyi amaçlar?” izleyici sorusu)

Münafıklar yemin ederek güya Allah'tan yana olduklarını, Müslüman olduklarını vurgulamaya çalışır çünkü münafık Müslümanlara karşı mücadele ederken kafir olarak yapamaz bunu, ancak Müslüman görünümüyle yapmak ister ve dolayısıyla kendini böyle dürüst, enaniyetli bir dürüstlük içerisinde göstermeye çalışır. İsabetli konuştuğu izlenimini vermeye çalışır ayette diyor Allah, “Sen, onlar konuştuğunda dinlersin” diyor. “Görünüşleri de hoşuna gider” diyor. Bazen sükse falan yaparlar aklı zayıf olanlar bazen onlara kapılabilirler onların o görünüşüne. Halbuki Allah diyor ki; “Dayandırılmış kof kütük gibidirler.” Bomboştur kafaları diyor. Dinden, imandan bahsettiklerinde bazı aklı zayıflar onlara uyar. Nitekim görüyoruz hatta ayette diyor ki; Münafikun Suresi, 1'de şeytandan Allah'a sığınırım ''Münafıklar sana geldikleri zaman: "Biz gerçekten şehadet ederiz ki, sen kesin olarak Allah'ın elçisisin" dediler. Allah da bilir ki sen elbette O'nun elçisisin. Allah, şüphesiz münafıkların yalan söylediklerine şahitlik eder.'' Hiçbir şekilde inanmıyorlar, sahtekarlık yapıyorlar yani münafığın özelliğidir bu. Sürekli yalan söyler, net imansızdır. Dinle, imanla, İslam'la, Kuran'la hiçbir alakası yoktur ama zahiren dini kullanmak ister.

 

(“Kaderinden razı olmayanlara ne tavsiye edersiniz?” izleyici sorusu)

Anlayamadığı için, derin düşünemediği için oluyor. Mesela farz edelim bir yere gidecek ayağı kırılıyor gidemiyor, halbuki, belki ölüp mahvolacak, belki küfre düşecek. Allah onu engelliyor, ayağını kırarak engelliyor, Allah onu Kendine yaklaştırıyor, ayağı yine tutar sonunda tutmayabilir de ayrıca, mezarda zaten paramparça olacak. Hikmetine bakamadığı için, hikmetine bakamadığı için. Hikmetini fark ederse o ayrı mesele. 

 

(“Cehennemden korkmalı mıyız?” izleyici sorusu)

Tabii ki, cehennem çok rahatsız edici bir yer. Müslüman tabii ki cehennemden irrite olur. Cehennemi gördükçe de cennetin kıymetini daha çok anlamış olur. Ama şuuru açık samimi bir Müslüman asla ve kesinlikle cehenneme gitmez. Yani bilinci açık, kendini bilen, varlığını bilen, gördüğünü gören, duyduğunu hisseden bir varlık samimiyse, samimi bir ruha sahipse hiçbir şekilde cehenneme gitmez mümkün değil. Ölüler içindir cehennem, ölüler diyarıdır. Dolayısıyla müminlerin Allah’a güvenmesi lazım. Müminlerin kalbi hep Allah’a bağlı olması lazım. Ama ümit ve korku içinde olması lazım. Kesin ben cehenneme gitmem değil de gidebilirim, Allah benden intikam alabilir, Allah bana darılabilir düşüncesi içerisinde hareket etmesi gerekiyor.

 

Münafık Büyük Olduğunu Hissettirmek İster, Suni Bir Saygınlık Peşindedir. Bu Yüzden Dini Yaşıyor İzlenimi Vermeye Çalışır, Takva Müslüman Taklidi Yapar

Münafık için tabii imanlı görünmek çok hayati bir konudur. Münafığın en titiz olduğu konu bir büyük olduğunu hissettirmek ister büyüklüğünü, saygınlık peşindedir. İmanlı olduğunu fakat imanını da mükemmel yaşayan insan görünümü vermek ister. İslam’ı, Kuran’ı mükemmel anlamış kişi ve onu uygulayan kişi görünümü vermek ister. Fakat bunu yaparken Allah’tan daha üstün olduğu kanaatindedir yani Allah’ı eleştirir. Dürüst bir Müslüman olarak Allah’ı eleştirmeye başlar. Allah’tan daha dürüst olduğunu düşünür. Allah’a akıl vermeye kalkar. Peygamberden daha dürüst ve daha akıllı olduğu iddiasındadır. Bakın münafık ayetlerine hepsinde peygambere akıl verirler. Hepsinde peygamberi haşa az düşünmekle, Müslümanları korumamakla, derin düşünmemekle suçlarlar. Kendilerini de çok ince derin düşünen böyle merhametli, makul, akıllı insan olduklarını vurgularlar. Fakat alenen küfre gidecekken işi-gücü bırakıp en güçlü gördükleri Müslümanlarla uğraşmaları münafıkların en bariz vasfıdır. Mesela Peygamberimiz (sav) zamanında münafıklar isteseler kafirlerle de uğraşır, zalimlerle de uğraşabilir, birçok gaddar insan vardı onlarla uğraşmıyorlar. Sadece Peygamber (sav) ve Peygamber (sav)’in yanındaki sahabelere. Hz. Ömer (ra)’a düşmanlar. Hz. Osman (ra)’a düşmanlar, Hz. Ali (kv)’ye düşmanlar. Yani Peygamber (sav)’e ve Peygamber (sav)’in en sevdiklerine düşmanlar. Gece-gündüz bunun için faaliyet yapıyorlar ölümü göze alıyorlar. Mesela Hz. Ali (kv)’yi şehit ediyor adam biliyor öleceğini buna rağmen bunu yapıyor. Ölümü göze alarak bunu yapıyor. O yüzden münafığın mantığını anlamak çok güç. Şeytanın mantığını anlamak çok güçtür.



DEVAMINI GÖSTER

Benzer Eserler